Ersin Antep
(Hürriyet Gösteri Dergisi'nin Temmuz-Eylül 2009 tarihli nüshasında "Notlar...Notalar..." başlıklı köşede yayınlanmıştır.)
Katıldığımız bilimsel etkinliklerde, ne zaman tarihi ilgilendiren başlıkta bir konuşma ile karşılaşsak; mutlaka Ankara Devlet Konservatuarı'nın kuruluşundan başlar. Mustafa Kemal'in müzik alanına gösterdiği önemi anlatırken ise; farkında olmadan 1935 yılından başlar. Bir de Türk Beşleri yurtdışında Devlet adına öğrenim görmüştür, onlar çağdaş müziği ve kurumlarını kurmuşlardır. Hindemith raporlarından da bu meyanda sıkça söz açılır.
Ödev hazırlarken, derse hazırlanırken, bir çalışmada bahis açmak için kapağını açtığımız müzik tarihi kitaplarında ve tarihsel metinleri okuduğumuzda, karşılaştığımız bir tarih vardır. Der ki; "1924'te Atatürk, saraya bağlı orkestrayı Ankara'ya getirdi, Musiki Muallim Mektebi'ni kurdurdu, Türk Beşleri'ni yurtdışına öğrenime gönderdi, 1935'te Hindemith'i çağırdı, raporları doğrultusunda kurumlar yapılandırıldı."
Aklımızda beliren kopukluk, çelişki emarelerine pek de itibar etmeyiz. 21.yüzyılda yayınlanmış olmasına karşın, yeni kaynaklarda dahi bu bilgiler aynen tekrarlanır. Halbuki; Türk Beşleri diye, devlet nezdinde bir devlet projesi yoktur. Bu adlandırma, bir öykünmedir. Ayrıca, beşlerden sayılan üç besteci; Cemal Reşid Rey, Ferid Alnar ile Necil Kazım Akses yurtdışına devlet olanakları ile gitmemiş olsalar da, bu yayınlarda bizzat Mustafa Kemal'in gönderdiği bile ifade edilir.
Cumhuriyet ve öncesine dair ilk kaynaklar, belgeye dayalı bir anlayıştan ziyade, işitsel yolla yayılan bilgiye göre yazılmıştır. Sonrakiler de, bunları sorgulamadan oluşturulmuştur.
Kimi kongre ve sempozyumlarda, hatta yazılı basında, zaman zaman yeni bilgiler ve tespitler aktarılsa da; yeni yayın yazarları bu yeni bilgileri değerlendirmez. Çelişkiler de, -bünyede büyüyen fıtık misali- yaşamsal fonksiyonlarınızı engellemeye başlar. Bizim ülkemizin müzik tarihi için de böylesi bir durum söz konusudur. Örnek mi?
SIKI DURUN...
Yıllardan bu yana, Hindemith raporları bilinmektedir. Sağolsun, rahmetli Gültekin Oransay, raporları Almanca-Türkçe bir kitapla yayınladı. Müzik camiamız da, hep bu yayını referans alarak değerlendirmelerde bulundu. Halbuki Milli Eğitim Bakanlığı'na verilen çeviri; Oransay'ın çevirisi değildi. (Ölümünün 20.yıldönümünde değerli müzikbilimcimizi, saygı ve şükranla anıyoruz.)
Gültekin Oransay o tarihte, yani ilk Hindemith raporunun teslim edildiği tarihte, henüz 5 yaşındaydı. Dolayısıyla raporu verenin o olması mümkün değildi. Öte yandan, Nisan 1983'te Ankara Alman Kültür Merkezi'ndeki Hindemith Haftası etkinlikleri çerçevesinde yaptığı konuşmada Cevad Memduh Altar; raporun çevirisini yapıp bakanlığa teslim ettiğini bildirmişti ve bu konuşma yayınlanmıştı. Böyle olunca; üzerine sayfalar dolusu tartışma yapılan çeviri ile bakanlığa akseden çeviri arasındaki farklılık olabileceği hiç değerlendirilmedi.
Arşivlerde Hindemith'in bakanlığa teslim edilen ve devletçe kabul edilip müzik kurumlarının üzerine yapılandırıldığı rapora ulaşınca; Oransay çevirisi ile karşılaştırması gereği hasıl oldu. Bütününe dair, özel bir yayın hazırladığımızdan, yalnızca bir paragrafın çevirisini aktaralım. Unutmayalım ki Oransay; Türkçe çevirinin hemen solunda, orijinal Almanca metne yer vermiştir.
Etkinlik çevresi ile ilgili bölümün ilk paragrafı şu şekilde çevrilmiştir:
Gültekin Oransay Çevirisi
|
Bir orkestranın etkime gücü, içinde dinleti sunduğu mekânla sıkısıkıya ilişkilidir. Ankara'da şimdilik varolan küçük salonlarda Wagner'in büyük Önçalın'ları (uvertür) yada Strauss'un sinfonisel parçaları gibisinden kalabalık oturtumlu küğü(müziği) seslendirmek olanaksızdır. Büyük bir salonun yapılması – Türk kalkınma çalışmalarının hayranlık uyandıran hızıyla bile- iki yıldan önce bitemez; dinleti izlencelerinin o gün gelinceyedek başlıca klasıl yazını içermek zorunda kalması orkestranın da, dinleyicilerin de eğitilmesi açısından mutlu bir fırsattır.
Cevad Memduh Altar Çevirisi
Bir orkestranın tesir (etki) kudreti (gücü), her şeyden evvel içinde konser verilen mahalle (yer) bağlıdır. Ankarada bulunan salonlardan biri (Musiki Mektebindeki) akustik itibariyle iyi olmakla beraber, küçüklüğünden dolayı fazla yüklü bir musiki icrasına kat'iyen müsait değildir. Diğeri ise (halkevindeki) tam manasile bir tiyatro salonu olup, iyi bir akustikten tamamen mahrumdur. Bundan dolayı, kudret ve kabiliyet bakımından yetişecek olan orkestra için; pek yakın bir zamanda her nevi maksada elverişli bir konser salonu vücuda getireceği ümidindeyim.
Hindemith bu bölümde, salonun önemine değinmiş, Ankara'daki küçük salonların Wagner uvertürleri veya Strauss senfonik parçaları gibi kalabalık kadrolu müziği seslendirmeye elverişli olmamasını anlatmış, büyük bir salonun yapılması iki yıldan önce bitmeyeceğini, o güne kadar konserlerin başlıca klasik eserlerden oluşturulmak zorunda kalınacağını, bunu da hem orkestranın, hem de dinleyicinin eğitilmesi anlamında bir fırsat olacağını bildirmiştir.
Altar çevirisinde, teknik ifadeden yola çıkılmış ve her çeşit amaca olanak sağlayacak bir konser salonunun yapımına dair ümit dile getirilmiştir. Elbette Altar Hoca, o günün bürokrasisinin şartlarını gözeterek, asıl amaca dair ifadeler eklemiş olabilir. Bunun ortaya çıkarılması bile, doğru bir tarihsel akışın sağlanması anlamında; müzik tarihçisinin görevidir. Zira bu detay, Cevad Memduh Altar'ın özgeçmesine dahi girebilecek niteliktedir. Örneğin; "Altar; görev aldığı dönemde, müzik kurumlarının oluşması sürecinde, bürokratik engelleri aşmak anlamında duyarlı davranmıştır" gibi bir ifade bile eklenebilir.
Peki böyle bir farklılık, tarihi nasıl etkileyebilir? Bu, kaybettiğiniz bir yakınınızın yıllarca ziyaret ettiğiniz kabrinin, orası olmadığını öğrenmeniz gibi boşluk yaratabilir. Konunun ve yaşananların anlamını dahi etkilemesi; rol alan kişiler anlamında, Hindemith'e yüklenen tekbaşına "sempatik iktidarın" bir 10 puanlık yüzdesini Altar'a yönlendirebilir. O zaman bir müzik kurumunun önüne, belki günün birinde Altar'ın büstü ya da salon duvarına bir fotografı asılabilir. Bu vesileyle, müzik tarihinde bir müzikbilimci ve bürokrat olarak Altar'a 2-3 cümle daha ayrılır. Bu olumlu yaklaşımdır.
Belki de raporun çevirisine kattığı yorum o günün koşullarında tartışılır ve konunun sağlıklı zemine oturması sağlanabilir. Ne olursa olsun; bu bile tarihin o kesitinin aktarımında doğru bir ifadeye vesile olabilir.
SON YENİ BİLGİ
Cevad Memduh Altar da, Necil Kazım Akses de, Hindemith'i, ilk gelişinde Bakan Saffet Arıkan ile tanıştırdıklarını ifade eder. Halbuki bu tarihlerde Bakan Arıkan değil, Abidin Özmen'dir.
Nitekim bakanlığa teslim edilen rapor çevirisinin üst yazısında da, Abidin Özmen'in imzası bulunmaktadır. Arıkan o sıralarda bir idari görevdedir ve bundan bir süre sonra bakan olmuştur. O dönemin şahidi, hatta etkin rol sahibi iki isminin, neden bu ortak ifadede buluştuğunun araştırılması bile; bir yüksek lisans tezi ortaya çıkartabilir.