Musika-i Hümayûn'dan Bugüne

ERSİN ANTEP[1]

 

MUSİKA-İ HÜMAYÛN'DAN[2] BU GÜNE[3]

 

1826 yılında II.Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nı kaldırarak yerine modern bir ordu kurması ve birtakım reformlara gitmesi; Mehter'in de sonunu hazırladı. Görünüşü değişen askerlerin, yürüyüş biçimlerinin aynı kalması ve kıyafet ile yürüyüş arasında tezatlık hissedilmesi; padişahın Mehter'i dağıtarak yerine, tarzı Avrupa'daki gibi olan bir orkestra kurma düşüncesine sevk etti. Sonucunda da; Musika-i Hümayûn, yani padişahlığın müzik kurumu oluşturuldu. Armoni, Filarmoni orkestraları, Fasıl Heyeti ve Müezzinan'ın ana kolları oluşturduğu kurumda ayrıca; opera ve operet, tiyatro, ortaoyunu, cambaz, karagöz-hokkabaz-kukla gibi kollar mevcuttu[4]. Kendi içinde okul yapısı da barındıran kurum; padişahlığın çok değer verdiği bir durumdaydı.

 

Musika-i Hümayûn; gerek Osmanlı Dönemi'nde ve gerekse Cumhuriyet Dönemi'nde çok önemli görevler üstlenmiştir. Her şey bir yana; barındırdığı kollardan da anlaşılacağı gibi, kurum yalnızca Avrupai anlamda bir müzik fikrinin dışında, geleneksel müziklere ve sanatlara da sahip çıkarak, bu dallara daha akademik bir yapı kazandırmıştır. Saray mensuplarına müzik derslerinin de verildiği kurumda pek çok ünlü sanatçı yetişmiştir. Saray ve devlet adetlerindeki yeniliklerin göstergesi olan Musika-i Hümayûn; özellikle Osmanlı'nın son dönemi olan -savaş öncesi -17 Aralık 1917-31 Ocak 1918 tarihleri arasında- Kızılay ve Kızılhaç yararına gerçekleştirdiği Avrupa turnesiyle, tanımayan uluslara Osmanlı'nın diğer mizacını göstermiştir. Şefliğini ve Beethoven Senfonileri de dahil olmak üzere birçok partisyon uyarlamasını Osman Zeki Üngör'ün bizzat yaptığı orkestra; müzikal çizgisiyle Dresden, Viyana gibi şehirlerde büyük beğeni toplamıştır.

 

Ünlü besteci Camille Saint-Saens'ın dahi yakından tanıdığı ve takdir ettiği Saffet Atabinen döneminde İtalyan müziğinin etkisinden sıyrılarak Fransız müziği etkisine geçen kurumda; Zati Arca döneminde Avusturya'daki örneğine benzer bir koronun kurularak yapıya kazandırıldığı da bilinmektedir.

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Millet Meclisi'nin toplandığı ve işgalci ülkelerin İzmir'de denize dökülmesinden dolayı büyük heyecan duyan Üngör'ün yazdığı marş; Atatürk'ü hayli heyecanlandırmıştır. Kendisini İstanbul'dan Ankara'ya davet ederek konser verdirtmiş ve eserin İstiklal Marşı olmasını arzu etmiştir. Yine Cumhuriyet'in ilanına müteakiben orkestra Ankara'ya çağrılmıştır. Halen padişah emrinde, İstanbul'da görevli bulunan orkestranın Ankara hükümetinin emrine riayet edip tereddütsüz olarak Ankara'ya taşınması ve aynı heyecanı yaşaması takdire şayandır. Kurulan Cumhuriyet'i tanıyıp tebrik etmeye gelen yabancı devlet adamlarını karşılayan orkestra; yeni devletin çağdaş yüzünü de yansıtmıştır. 11 Mart 1924'ten itibaren Ankara'da verdiği konserlerde Beethoven, Weber, Korsakof, Bizet vb. gibi klasik dağardaki eserleri seslendiren -yeni adıyla- Riyaseticumhur Musiki Heyeti mensupları, uzun süre Tren Garı'nda bir vagon içinde, zor şartlar altında hayatlarını ve müziklerini idame ettirmiştir. Daha sonra Cebeci'deki bir hastanede misafir edilmişlerdir. 27 Nisan 1924 tarihinden itibaren resmi olarak Ankara'da çalışmalarına başlayan orkestranın bir kısmı; İstasyon binasında, bir kısmı da Musevi mahallesindeki ayrı bir dairede yerleşmiştir. Sanatçılar Eskicioğlu Mescidi karşısındaki iki odalı evde hem ikamet etmiş, hem de çalışmalarını sürdürmüştür. Orkestranın Türk Ocağı'nda gerçekleştirdiği konserlerden 1926 tarihli programını[5] Hasan Toraganlı'dan[6] öğrenelim. '(...) Eski bir yıl olarak 1926 yılının konser programlarına bir göz atacak olursak, Zeki Üngör'ün Beethoven'e olan tutkusu kolayca ortaya çıkar. O tarihte konserler, şimdiki Çocuk Sarayı yöresinde bulunan ve Türk Ocağı olarak kullanılan eski bir kilisenin salonunda veriliyordu. 45 yıl öncesinin, önemli gördüğümüz Birinci konser programını[7] ayniyle alıyoruz. Beethoven'in Fransızca okunuşu ile 'Betoven' ve Allegro'nun 'Alegro' yazılmış olduğuna dikkat çekelim. Bu ilk programlarda göze çarpan bir özellik de bir yanının Türkçe (eski harflerle), öbür yanının Fransızca olarak yazılmış olmasıydı.

 

(Kapak)

 

TÜRK OCAĞINDA

 

Riyaseti Cumhur Musiki Hey'etinin Orkestrası

Tarafından Muallim Viyolonist Zeki Beyin İdaresinde

 

BÜYÜK KONSER

1926

Ankara-Yenigün Matbaası

BİRİNCİ KONSER

PROGRAM

Birinci Kısım

1 ' Betoven : Beşinci Senfoni (Do Minör )

Prens (Lobkowitz) ve Kont (Rasumoffsky)lere ithaf'

A - Alegro Kon Briyo

B - Andante Kon Moto

C - Alegro

D- Final (Alegro)

İkinci Kısım

2 ' Gluk: Uvertür (Alsest)

3 ' Maskani: Fantezi (İris)

4 ' Kalman: Potpuri (Grafin Mariça)

 

Orkestranın 7 Haziran ve 5 Eylül 1926 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Avrupa turnesinin öneminin belirginleştirilmesinde de büyük fayda bulunmaktadır. Henüz yeni yeni yeşeren cumhuriyetin çağdaş yüzünü adeta diğer toplumlara göstermek için harekete geçen orkestranın seyahati ile ilgili olarak ünlü müzikolog Gazimihal'in satırlarına göz atalım:

 

'1926'da Karadeniz vapurunda tertiplenen seyyar serginin Avrupa sahil şehirlerinde yaptığı dört aylık seyahate Bay Zeki Üngör orkestranın başında iştirak etmişti. Bu seyahatin konserleri ilk dünya harbi yıllarındaki Avrupa turnesinden daha başarılı geçti, Türk müzisyenlerinin başarısı sahil şehirlerinde alkışlandı. Cumhuriyet inkılabı aynı yıllarda safha safha tamamlanıyordu: batı müziği konusu da hükümetçe esaslı surette ele alınmak istenildiğinden, Zeki Üngör o yolda teşebbüse geçti: bazı ecnebi uzmanları eldeki Musiki Muallim Mektebi'nin bir konservatuar haline kalbedilmesini, ona dayanılarak da bir opera kurulmasını gaye edinmişlerdi; ilk raporları hazırladı.'[8]

 

Ankara'daki Musiki Muallim Mektebi, Ankara Devlet Konservatuarı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gibi kurumların kurucuları, ilk yöneticileri ve öğretmenleri; yine Riyaseticumhur Musiki Heyeti bünyesinden çıkmıştır. Atatürk'ün, çok kısa bir sürede makamının adıyla şereflendirdiği ve emeklilik işlemleri de dahil olmak üzere her türlü mevzuatıyla bizzat ilgilendiği kurum; ulu önderin öngördüğü müzik devrimlerine yön verip hızlandıran bir yapı kazanmıştır.

 

Özellikle Musiki Müesseseleri Müdürü unvanıyla Albay Osman Zeki Üngör'ün bu anlamda çalışmaları ve görüşleri Atatürk tarafından da büyük bir özenle desteklenmiştir. Ülkedeki müzik kurumlarının yapılandırılması anlamında danışman olarak davet edilen ünlü Alman besteci Paul Hindemith'in düzenlediği raporlar bilinmektedir. Hindemith'ten önce Osman Zeki'nin hazırladığı 5 rapor[9] bulunmaktadır . Zira Hindemith; temaslarının ilkini Riyaseticumhur Musiki Heyeti Şefi Veli Kanık ve Musiki Müesseseleri Müdürü Osman Zeki Üngör ile gerçekleştirmiştir. O güne ait hatıra fotoğrafında; Hindemith ve Kanık'ın yanı sıra Necil Kazım Akses ve Adil bey isimli bir subay daha yer almaktadır. Ayrıca ünlü bestecinin Musiki Heyeti personeli ile toplu olarak merdivenlerde çektirdiği bir fotoğraf da bulunmaktadır. Osman Zeki'nin Milli Maarif Vekaleti'ne gönderdiği raporları inceleyen Hindemith'in görüşleri de paralel gelişmiştir. Raporlarda kurulacak operanın masraflarına kadar her detayı gözeten Zeki Üngör'ün çalışma sistemine hayran olmamak mümkün değildir. Ancak ne var ki; müzikbilime dair yapılan çalışmalarda değil Üngör raporlarından, emeklerinden dahi bahsedilmemektedir. Üngör'ün en önemli eserlerinden biri kuşkusuzdur ki; Musiki Muallim Mektebi'dir. Okulun binası; şu an Cebeci'de bulunan Mamak Belediye Başkanlığı olarak kullanılan binadır. Pek çok değerli müzik adamının eğitim verdiği ve bir çok değerli mezun veren okulun yukarıdan görünümü; piyanoya benzemektedir. Şimdi kendimizi ülkeyi ziyarete gelen yabancı bir devlet başkanının yerine koyalım. Bağnaz ve barbar olarak nitelendirdiğiniz bir imparatorluğunun ardından, binlerce askere rağmen bir avuç askeri yenemediğiniz topraklara geliyorsunuz.

 

Ülkenin başında; dünya tarihinin yetiştirdiği en büyük lider var. Devlet değişmiş olsa da; toplumu aynıdır diye bir görüşe sahipsiniz. Ülke semalarına girdiğinizde önce İstanbul Boğazı'nın ihtişamı ile hayranlık duygularınız depreşiyor. Ardından Ankara semalarında şehri yukarıdan kuşbakışı gördüğünüz bir an; aşağıda büyük bir piyano görüyorsunuz. Gözlerinize inanmanız mümkün değil. Düşünün; 1930'lu yıllar. Danışmanlarınız vasıtasıyla aşağıdaki binanın müzik okulu olduğunu öğreniyorsunuz. Hayranlığınız bir kat daha artıyor. Havaalanına indiğinizde sizi; çok köklü, modern görünümlü, büyüleyici derecede bir tınıya sahip olan armoni orkestrası karşılıyor. Müziğin etkileyiciliği ruhunuza işliyor. En nihayetinde; Ankara'nın en zirvesine Çankaya'ya geçiyorsunuz ve bir milleti ölüm döşeğinden alıp canlandıran, ruh veren, sarı saçlı, mavi gözlü, kibar, karizmatik ve seviyeli lideriyle tanışıyorsunuz. Hangi ülkenin başında olursanız olun; gelişinizden dönüşünüze kadar, bu ortamdan etkilenmemeniz ve önceki görüşlerinizi değiştirmemeniz mümkün değildir.

 

Başarıları hep ikinci planda kalmış müzik kurumlarının başında; bahriye muzikaları gelmektedir. İzmir'den Ankara'ya getirtilen Bahriye Muzikası'nın konser etkinlikleri ve çabaları; cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ankara'nın sanat hayatında önemli yer tutmuştur. Daha sonra Afganistan Askeri Armoni Orkestrası ve Müzik Okulu'nun kuruluş ve yapılanma çalışmalarını 10 yıl süreyle sürdüren, armoni orkestrası repertuarımıza büyük katkı sağlayan Yarbay Halid Recep Arman gibi önemli müzik adamlarının da yetiştiği Bahriye Muzikası; Riyaseticumhur Musiki Heyeti'ne göre de hep ikinci planda kalmıştır. Aynı zamanda Veli Kanık'ın öğrencisi olan Arman; çalışkan ve bilinçli tavrıyla pek çok eser meydana getirmiştir. Tarihte Bahriye Muzikaları kitabı ve birçok marş, orkestra eseri bulunan Arman; bir bakıma öğretmeni Veli Kanık gibi çok çalışkan bir müzik adamı olmasına rağmen, yine öğretmeni gibi pek ön plana çıkmak istememiş, askeri müzik alanında çok büyük katkılar sağlamasına karşın hep arka planda kalmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrine alınarak Konya'da 5. Fırka Muzikası Şefliği görevinde de bulunan bu büyük usta; Afganistan Muzika Okulu'nu ve Numune Muzikası'nı da kurarak ilerletmiştir. Emekliliğinde de boş durmayan Arman; Bahriye Muzikaları'nda ve Bahriye Muzika Mektebi'nde öğretmenlik yapmıştır. Trakya, Mesudiye, Dumlupınar, Gölcük, İzmir Ufukları gibi ünlü marşların, Türk Halk Müziği Dermeceler isimli orkestral eserinin yanında pek çok yapıtı bulunmaktadır. Günümüzde her askeri ve hatta sivil armoni orkestrasının repertuarının neredeyse yarısını Halid Recep Arman'ın eserleri oluşturmaktadır. Bahriye ve Türk askeri muzika geleneğinin içinde en önemli yeri tutan Arman için maalesef hiçbir vefa gösterilememiştir. 13 Mart 2002 tarihinde Silahlı Kuvvetler Mızıka Astsubay Hazırlama ve Sınıf Okul Komutanlığı'nda dikilen ve şahsen araştırmalarını bizzat benim yürüttüğüm 'Çok Sesli Müziğin Kurumsallaşmasında Emeği Geçen Asker Kökenli Müzisyenlerin Büstleri' içinde maalesef tüm çabalara rağmen Halid Recep Arman'ın büstü yer alamamıştır. Kendisi uzun bir süre de Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrinde çalışmış ve pek çok askeri muzikanın yapılanmasında emek sarf etmiş olsa da; yeterince hatırlanamamış, takdir edilememiştir. Asker müzisyenlerin hepsinin mutlaka eserini seslendirdiği, eser analiziyle besteciliği öğrendiği ve sorulduğunda ilk aklına gelecek kişi olan Arman; kimi sivil dergilerde konu edilmiş ve 'bu adamı; yüce hatırasından ötürü Amiral rütbesiyle ödüllendirmelisiniz!' görüşleriyle onurlandırılmış olsa da, unutulmaktan kurtulamamıştır.

 

Karşılaştığımız yayınlarda hakları yenilen, unutulan ya da gözden kaçırılan dönemin insanları; azimleri, kararlılıkları, çalışkanlıkları, samimiyetleri ve özellikle disiplinleri ile günümüz müziğinin sağlam temellerini atmışlardır. 1940'lı yıllardan bu yana kaleme alınan pek çok kaynakta, önemli müzik otoriteleri tarafından dahi -bilinçli ya da bilinçsizce- yapılan yanlışlardan en önemlisi Musiki Muallim Mektebi Müdürü olarak sadece Zeki Bey adından bahsedilmesidir. İlk bakışta adı geçen kişinin müzikle ilgisiz, sadece okulu yönetmek üzere atanmış biri olduğu izlenimi doğmaktadır. Zira 'Zeki Bey' ile ilgili başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra; Musiki Muallim Mektebi'nin kurucuları ve ilk yöneticileri arasında yer alan 'Şair Orhan Veli'nin babası- Musika-i Hümayûn'daki Klarnet ekolünden yetişmiş birer virtüöz olan Yarbay Mehmet Veli Kanık ve Albay Hüseyin İhsan Künçer, vb. gibi asker kökenli değerli kişilerin emeklerinden bahsedilmemekte, adeta görmezden gelinmektedir. Mektebin asker saç kesimli ve giyimli ilk öğrencilerinin ve asker öğretmenlerinin bulunduğu ilk fotoğraflardan da ispat olunacağı gibi; kılık, kıyafet ve öğretmen kadrosu sonradan değişmiştir. Ulvi Cemal Erkin, Ferhunde Erkin, Cevat Memduh Altar, Necdet Remzi, Ahmet Adnan Saygun vb. gibi sanatçılar dahi daha sonra okulda öğretmenlik yapmaya başlamışlardır. Hatta onların döneminde halen müdürlüğü Osman Zeki Üngör yürütmektedir.

 

Toraganlı'nın belirttiği bir gerçeğin altını çizmekte fayda bulunmaktadır. 'Dahi musikişinas Beethoven'in Yüzüncü sene-i devriye-i vefatına tesadüf eden 26 Mart 1927 Cumartesi günü akşamı saat 21'de Riyaseti Cumhur Orkestra Heyeti tarafından Türk Ocağı salonunda verilecek konseri huzurunuzla şereflendirmenizi rica ederim efendim.

 

PROGRAM

Birinci Kısım

İkinci Kısım

1- Beethoven Senfoni Numero:9

2- Beethoven, Uvertür Koriyolan

A- Alegro ma non troppo 3- Beethoven, Romans an fa Majör

B- Molto vivaç 4- Beethoven, Mozaik

C- Adajyo Molto 5- Beethoven, Marş fünebr

D- Final (Presto)

İşbu davetiye bir zata mahsustur.'

 

 

İlk temsili yukarıdaki programla da sabitlenen, 15 Şubat 1929'da, 13 Mart ve 24 Nisan 1931'de korosuz olarak çalınan 9. Senfoni; 29 Nisan 1932 Cuma günü saat 15.00'da Musiki Muallim Mektebi Salonu'nda, Mahmut Ragıp Gazimihal'in 9. Senfoni ile ilgili konuşmasının ardından korolu olarak seslendirildi. Gördüğü büyük ilgi üzerine 6 Mayıs 1932 Cuma akşamı saat 21.00'da aynı salonda, aynı coşkuyla tekrar edildi. Üngör Dokuzuncu Senfoni'yi son olarak 5 Mayıs 1933 Cuma saat 15.00'da yönetti. Toraganlı'nın bu konudaki sitemi ise; daha önceki satırlarda anlattıklarımızı doğrular nitelikte. Şimdi Hasan Toraganlı'nın 9.Senfoni'nin Türkiye'deki seslendirmeleri ile ilgili serzenişine kulak verelim: 'Zeki Bey'den sonra, Dokuzuncu Senfoni'nin seslendirilmesi için 1942 yılına kadar beklemek gerekti. 18 Nisan 1942'de şef Dr. Ernst Praeotorius yönetiminde, Devlet Konservatuarı Korosu ve Cumhur Başkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından seslendirildiği zaman bir Program-broşür yayımlanmış ve bu broşürde Dokuzuncu Senfoni'nin ilk kez seslendirileceği belirtilmişti. Oysa, Zeki Bey'in son seslendirdiği 1933 yılından ancak Dokuz yıl gibi bir zaman geçmişti. 1942 yılında Konservatuar'da öğretmenlik yapan Türk sanatçılarının büyük çoğunluğu, her iki tarihteki seslendirilişin canlı tanıkları oldukları halde, Türk kültürüne ve Türk sanat tarihine ihanet teşkil eden bu susmayı, küçük hesapları için yeğ tutmuşlardı.'

 

Akla gelen cevaplardan biri hiç kuşkusuz; Osman Zeki'nin disiplinli ve sert mizacının etkisinden ötürü dönemin müzik adamları ile arasında gelişen soğukluktur. Ancak; hesaba katmamız gereken kimi gerçekleri de gözden kaçırmak bilim dışı olacaktır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında gerçekleştirilmeye çalışılan çağdaşlaşma hareketlerinin müzik alanındaki en kıdemli ve tecrübeli adamı olarak elbette; Üngör'e hak vermemiz gerekmektedir. 1933 yılındaki Tasnif Heyeti görevi; üçlünün ayrıldığı gündür. Üngör'ün tüm çabasına rağmen Musiki Heyeti'nde kalmayı tercih eden Kanık ve Künçer; askeri üniformayı çıkarmak istememiştir. Hatta bu dönemde aralarında küçük kırgınlıklar da yaşanmıştır.

 

Yetiştirdiği birçok asker ve sivil öğrencisi müzik hayatımızı şekillendiren Veli Kanık; Osman Zeki Üngör'ün çalışmalarına en büyük katkıyı sağlamış, alçakgönüllü bir isimdir adeta. Atatürk'ün çok eski dönemlerden tanıyıp sevdiği Kanık'a itimadı Radyo Müdürlüğü'nü teklif etmesiyle ispatlanmıştır. Cumhuriyetin müzik kurumlarının hepsinin temelinde kendisinin büyük emeği olsa da o; mütevazı kişiliğiyle hep geri planda kalmayı yeğ tutmuştur. Özellikle Armoni Muzikası Şefliği döneminde, emrindeki müzisyenlere olanak sağlayan, hatta İhsan Künçer'in Paris'e gidip eğitim görmesi için özel çaba sarf eden, dönüşünden sonra da kendisinin albay olmasına olanak sağlayarak şeflik görevini Künçer'e devrederek kendi isteği ile iki yıl boyunca idari işlerle uğraşan da yine bu büyük insandır. Böyle bir tavır; askeri literatürde de eşi benzeri olmayan bir davranıştır, büyüklük göstergesidir. Emekliliğine müteakiben Ankara Radyosu Müdürlüğü görevini de yürüten Kanık; 1950 yılından itibaren İstanbul Radyoevi'nde çalışmıştır. O, şair Orhan Veli'nin 'bir garip Orhan Veli'yim... Veli'nin Oğlu...' diye bilinen mısralarında yaşayan mütevazı adamdır. İlk şiirlerinde oğlunu beğenmeyen, ancak emekliliğinde de müzik kurumları için yaptıklarıyla değil, Orhan Veli'nin babası olarak tanınan Veli Kanık; biraz da buruk bir biçimde ayrılmıştır aramızdan. Naaşı Orhan Veli'nin yanına gömülmüştür.

 

Gelelim cumhuriyet döneminin en önemli müzik adamlarından biri olan Albay Hüseyin İhsan Künçer'e... Kimi zaman; 'acaba böyle kararlı insanlar uğraşmasaydı; Avrupa'nın yüzyıllar neticesi aştığı müzik kavşağını birkaç yılda aşma erdemine ulaşabilir miydik?' sorusu dimağlarımıza yerleşir. Tüm eleştirilere rağmen yetişen bestecilerimizin performansları, takdire değerdir. Cumhuriyet öncesi dönemdeki birikim; cumhuriyet döneminin de avantajı olmuştur. Belki de cumhuriyetin en büyük şansı da buydu. Osmanlı'nın son döneminde iyi yetişmiş gayretli, kararlı ve idealist müzik adamlarının yetişmesi... Künçer; her dönemdeki emekleri ve özellikle Osman Zeki Üngör-Veli Kanık-İhsan Künçer takımının en genci olarak pek çok başarıya imza atmış, mücadeleye devam etmiş bir insandır. Padişahın muhafızlığından, cumhuriyet dönemi müzik kurumlarının oluşturulmasına, Polis Muzikası'nın kurulmasına kadar pek çok etkinliğe ölümüne kadar devam eden bu büyük üstada; -deyim yerindeyse- hayat süreci yetmemiştir.

 

Fransa'daki Schola Cantorum Okulu'nda eğitim alarak birincilik ve pekiyi dereceleriyle mezun olan, özel izinle Fransız Armoni Muzikası'nda solo klarnet çalan virtüöz; yurda dönüşünün ardından Cumhuriyet döneminin muzika sınıfındaki ilk Albay'ı olmuştur. Künçer; Kanık ustasına olan sadakat ve saygısından da hiçbir şey kaybetmemiş, onun büyüklüğünü ve tevazusunu her zaman gözetmiştir. Müzik kurumları ile ilgili kanunların çıkması aşamalarında dahi bizzat Meclis Komisyonları'na katılan, yaptığı her işi takip eden Künçer; adeta bir azim, bilgi ve kararlılık abidesidir. Müzik aşığı II. Cumhurbaşkanı rahmetli İsmet İnönü'nün yakından takip ettiği, beğendiği ve desteklediği Künçer döneminde Armoni Muzikası, radyo konserleri vermiş ve bu konserler; yurtiçinden, yurtdışından büyük bir beğeni ile izlenmiştir. Orkestranın o dönemde ulaştığı müzikal çizgi, bugün pek de yakınından geçemeyeceğimiz kadar yüksektir. Bir örnek vererek konuyu pekiştirelim. 'Radyo konserlerinin ulaştığı ülkelerden biri olan Avusturya'da bir grup müzisyen dinledikleri müziğin etkisinden kurtulamamış, ardından bu müthiş orkestranın hangi ülkeye ait olduğunu araştırmaya koyulmuşlardır. İstasyonun hangi ülkeye ait olduğunu ve orkestranın filarmoni mi, -pek de ehemmiyet vermeseler de- yoksa armoni orkestrası mı olduğu konusunda araştırma yapmışlar, Ankara Radyosu'na ulaşmışlardır. Çalan orkestranın şef İhsan Künçer yönetimindeki Armoni Muzikası olduğunu öğrendikleri anda büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır. Zira dinledikleri tını bir filarmoni ya da armoni orkestrasının sahip olamayacağından daha da iyidir.' Bu anlattığımız olay; yaşananlardan sadece biridir.

 

Künçer'in müzikal becerisi ile ilgili olarak Nasrettin Hoca Operası'nın bestecisi Sabahattin Kalender'in başından geçen bir anıyı kendisinin engin hoşgörüsü ve samimiyetine dayanarak aktaralım. Kalender; Avrupa'daki eğitimini tamamlayarak yurda döner. İlk olarak Cumhurbaşkanlığı Armoni Muzikası'na gider. Fransa'da Darius Milhaud, Arthur Honneger, Charles Munch ve Jean Fournet gibi ustalardan aldığı eğitim ve kazandığı piyano maharetinden ötürü içi içine sığmaz. Meziyetlerini buradaki müzisyenlere göstermek ve az da olsa gururlanmak istemektedir. Tam binaya girer ki; kulağına virtüözden farkı olmayan bir piyanistin harikulade yorumu çarpar. Odaya yaklaştıkça merakı daha da artar. Kapıdan içeri girdiğinde; piyanoda İhsan Künçer'in çalışmakta olduğunu görür. Fransa'daki edindiği eğitimden sonra ülkede daha başarılı bir piyanistle karşılaşabileceğini düşünmemektedir oysa. Künçer; pek çoğunu olduğu gibi, Kalender'i de şaşırtmıştır.

 

Bu büyük müzik adamları elbette her anlamda müziğimize öncü olmuş, ancak tarihin sayfalarında unutulmuştur. Üngör ve Künçer'in şahsi dosyalarında karşılaştığımız mahkeme dosyaları bunun ispatıdır. Her iki işlemde de mahkemenin beraat kararı verdiği dosyalarda; asta hakaret fiillerini görmekteyiz. Künçer'in mahkemeye intikal eden olayını kısaca anlatmakta fayda var. Müzikal anlamda Üngör gibi sert, otoriter, kararlı bir mizaca, günlük yaşamda da Kanık gibi mütevazı bir tarza sahip olan Künçer; bir eseri çalışmaları için orkestra üyelerine görev verir. Tüm orkestra kendisinin okuttuğu, yetiştirdiği subay müzisyenlerin çoğunlukta olduğu bir teşkilden oluşmaktadır. İlgili pasajların çalışılmadığını fark eden Künçer; sinirlerine hakim olamaz ve sanatçılara 'Siz gidin de kaz çobanlığı yapın!' diye serzenişte bulunur. Emekli olduğu gün öğrencileri; sözleriyle kendilerinin gururunu kırdığı gerekçesiyle dava açar. Avukat dahi tutmayan Künçer mahkemede hakime; 'Sayın hakim! Şahsımla ilgili şikayette bulunanlar benim öğrencilerimdir. Her birini ben yetiştirdim ve rütbelerini, yıldızlarını kendi ellerimle taktım. Müsaade edin de o kadar azarlamaya hakkım olsun. Kendilerini her zaman takdir eder, severim' der. Mahkeme büyük ustanın beraatine karar verir.

 

Emekli olmayı hiç istemeyen Künçer; daha yapması gereken işler olduğunu ve Fransa'daki eğitiminden dolayı generalliğe terfi etmesi gerektiğini vurgulasa da; zamanın Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanı olan Albay tarafından desteklenmemiştir. Bunun yanı sıra Künçer; Armoni Muzikası'nın Genelkurmay Başkanlığı bünyesinden alınıp Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlanmasının kurumun olanaklarını kısıtlayacağını, müzikal çizgisini zayıflatacağını belirtse de yalnız kalmıştır. Nitekim üstadın cenazesinin olduğu gün; Armoni Muzikası çıkarılan yasayla Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı'na bağlanmıştır. Maalesef gelen şeflerin, ustaları kadar dirayet gösteremediği yeni döneminde Armoni Muzikası'nın adı garip bir değişiklikle Armoni Mızıkası olmuş ve müzikal anlamda o günlere bir türlü yaklaşamamıştır.

 

Görülmektedir ki; 1960 yılından 1990'ların sonlarına kadar askeri armoni orkestralarında askeri yön ağırlık basmış ve müzik çok geri planda kalmıştır. Günümüzde müzikal entelektüelliğe sahip kimi üst düzey komutanlar ve yeniliğe açık şeflerin sayesinde, bu orkestraların müzikal anlayışları ve çabaları gün geçtikçe daha da ileri gitmektedir. Yurt sathındaki kara, deniz, hava ve jandarma armoni orkestraları için Ankara'daki okulun, Armoni Muzikası'nın, kuvvet armoni orkestralarının müzikal çizgisi çok büyük önem taşımaktadır. Zira daha büyük zorluklarla ve müzik dışı görevlerle daha çok muhatap olan bu orkestraların personeli; yukarıda bahsettiğimiz okul ve orkestraların müzikal tavrını olanaksızlıklara rağmen izlemektedir. Katıldıkları yurtiçi ve yurtdışı festival, fuar, konser, gezi vb. gibi etkinliklerde emsalleri ile karşılaşan orkestralarımız; ürettikleri projeler imkan bulduğu taktirde çok başarılı yapımlara da imza atmaktadır. Eski Genelkurmay Başkanı sayın Orgeneral Necip Torumtay'ın attığı tohumlar meyve vermeye devam etmektedir. Örnek vermek gerekirse; Jandarma Genel Komutanlığı döneminde İstanbul Harbiye'de tertip ettirdiği ve son dönemin en başarılı asker bestecilerinden biri olan Musa Göçmen'in eserlerini hazırladığı Jandarma Armoni Orkestrası ve Mehter Orkestrası konseri ile konuk komutanları hayran bırakan şimdinin Kara Kuvvetleri Komutanı sayın Orgeneral Aytaç Yalman; bugün yaşadığımız etkinlikle ve ülkemizdeki klasik müzikseverlerin yakından takip ettiği Andante dergisindeki röportajı ile, Jandarma Genel Komutanı sayın Orgeneral Cumhur Asparuk ile teşrif ettikleri tüm konserlerle dikkat çekmektedir. Bunun yanı sıra; Genelkurmay Başkanı sayın Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'dan bu yana, sayın Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ve nihayet sayın Orgeneral Hilmi Özkök; teşrif ettikleri konserler, destekledikleri projeler ile belirginleşmiştir. Özellikle Genelkurmay Başkanı sayın Orgeneral Hilmi Özkök; asker müzik adamları ile ilgili çalışmaları bizzat izlemesiyle, yukarıdaki paragraflarda bahsettiğimiz ve bizzat şahsen araştırma ve veri toplayıp değerlendirme çalışmalarında bulunduğum 'Çoksesli müziğin kurumsallaşmasında emeği geçen asker kökenli lişiler' konulu büstlerin oluşturulmasında, 'Musika-i Hümayûn'dan Bugüne Hatıralar' başlıklı fotoğraf ve doküman sergisinin hazırlanmasında büyük emek sarf etmiştir. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı sayın Orgeneral Ergin Celasun'dan bu yana olan tüm kuvvet komutanlarının Hava Kuvvetleri Big Band'ine olan alakaları ve Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın Armoni Muzikası'na Donanma Komutanlığı döneminden bu yana verdiği destekle getirdiği seviye; takdire şayandır. Bu yakınlıkların göstergesi olarak başta Armoni Muzikası olmak üzere; Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Donanma Komutanlığı Armoni Orkestraları'nın başarıları gün geçtikçe daha da artmakta ve hayran kitlesi oluşturmaktadır.

 

Yeniden yapılandırma projesinin Genelkurmay Başkanı sayın Orgeneral Hilmi Özkök tarafından onaylandığı, Deniz Kuvvetleri Komutanı sayın Oramiral Bülent Alpkaya tarafından da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yürütülen paralel çalışmalar sonucunda; ülkemizde birçok büyük armoni orkestrası bulunması sağlanmıştır. Senfoni orkestralarının sayılarının yurt sathında iki haneli rakamları bile bulamadığı bir dönemde güç bulacak olan armoni orkestralarının önemi yakından anlaşılacaktır. Ulu önder Atatürk'ün öngördüğü çoksesli müziğin ülke geneline yayılma görevini yerine getirmek anlamında; önceki dönemde sıkıntılar yaşamış, terör eylemlerine binayen şehitler vermiş askeri orkestralara bu dönemden itibaren de büyük görevler düşmektedir. Teknolojik imkanlarla donanmış ve emsali üniversiteler dahil ancak birkaç kurumda bulunan düzeyiyle, Eylül 2003 itibariyle Meslek Yüksek Okulu eğitimine başlayan olan okulun yetiştireceği personel niteliğinin avantajı ile 'Bölgesel Armoni Orkestraları'; çok önemli görevler üstlenecektir. Bayan personel alımının, şan kadrolu nitelikli sanatçıların katılımı ve üniversite eğitimli asker müzisyenlerin katılımı ile güç bulacak olan askeri müziğimiz; büyük başarılara gebe gibi görünmektedir. Haftalık konserler için uygun salon, nota vb. gibi alt yapı çalışmaları da tamamlandığı takdirde; Ata'nın öngördüğü çok sesli müzik nağmeleri; Hakkari'den Edirne'ye kadar yurt semalarını kaplayacaktır.

 

Son dönemde gelişen askeri müzikle ilgili projeleri üreten, beden veren, destekleyen, seslendiren, emeği geçen herkese en derin şükran duyguları ve saygılarımızla...

KAYNAKÇA :

 

Toraganlı, Hasan, Ankara Filarmoni Aylık Müzik Dergisi, (Yıl 7 Sayı 63, Ekim)

1971

 

Gazimihal, Mahmut R., Türk Askeri Muzikaları Tarihi,

1955 İstanbul: Maarif Basımevi

 

10)Bknz. H.Toraganlı.

 

 


[1] Müzikolog

[2] Bu ifade; 2001 yılında MSB Arşiv Müdürlüğü'nde yaptığımız araştırmada Personel Künye Defteri'nden çıkarılmıştır.

[3] 23-25 Ekim 2003 tarihleri arasında düzenlenen 'Cumhuriyet Döneminde Askeri Müzik ve Gelişimi Sempozyumu'nda bildiri olarak sunulmuştur.

[4] Musika-i Hümayûn'un Ankara'ya naklinde yan kollar İstanbul'da kalmıştır. Müezzinan ve Fasıl Heyeti üyeleri de zamanla Ankara'dan ve kurumdan ayrılmıştır.

[5] Programda Senfoni sözcüğü ve 5. Senfoni üzerine kısa bilgi verilmiş.

[6] Hasan Toraganlı; Askeri Müzik Okulu'nda Meslek Dersleri Baş Öğretmenliği yapmış, pek çok yazınsal eser vermiş önemli bir üstattır.

[7] Toraganlı, Hasan, Ankara Filarmoni Aylık Müzik Dergisi, Yıl 7 Sayı 63, Ekim 1971; Ankara

[8] Gazimihal, Mahmut R., Türk Askeri Muzikaları Tarihi, İstanbul: Maarif Basımevi, 1955.

[9] Bunlar; yukarıda Gazimihal'in bahsetmiş olduğu raporlardır.