ERSİN ANTEP
Bizde siyasetle politika hep birbiriyle karıştırılır. Dostum Egemen Sulukan, "politika, siyasetin aracı olmuş. Politika sözünden çok korkarız. Halbuki siyaset, politikanın aracı olmalıdır. İkisi karıştırıldıkça, ilerleme mümkün mü?" diye soruyordu geçenlerde. Politika, ülkenin ya da bir şeyin uzun vadeli çıkarlarının, hedeflerinin ve refahının gerçekleşmesine yönelik kullanılan araçların ve yöntemlerin tümüdür. Siyaset, bu araçlardan yalnızca biridir.
Bizde kültür politikası, yani kültürü nasıl geliştireceği yönünde politikasının olmadığı kabul edilmiştir neredeyse. Söz meclisten dışarı ama bakanların ve üst düzey bürokratların değişip, sanata bakış açısının Devlet nezdinde gelişmemesi, zaman zaman toplumu şaşkına çevirecek derecede akla uygun olmayan kimi beklenmedik kararların sebebi de; kültür-sanat politikasının olmaması, siyasetin içinde kültür-sanat kurumlarının içiboş değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kültür-sanat siyaseti de, yarım yamalak olmak durumundadır. Bunun sebebi; yanlış bir kararla tüm devlet kültür-sanat kurumlarının turizmle aynı çatı altına alındığı seyirde, kültürün bir turizm metası, yani bir eğlence aracı vasfına indirgenmiş olmasıyla sapılan yolun uçuruma sürüklenmesinin farkındalığının olmamasıdır. (Konunun bu kısmını, başka bir yazıya bırakalım.)
Sanatın, kültürün bir aracı olmasından yola çıkarak, bakalım ansiklopediler bizim kastettiğimiz kültürü nasıl açıklıyor? : "fr. 1.Bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu, düşünce, dil, sanat, yaşayış unsurlarının tümü, medeniyet. 2. Eleştirme, değerlendirme, zevk alma yetilerini gerektiği şekilde geliştirmiş olma durumu, 3. Belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi." Üç ayrı tanım, aslında tek bir olgunun anlaşılırlığını tamamlıyor. Şimdi bu tanımla, aşağıdakileri kolayca karşılaştırabilirsiniz.
Kültürün emanet edildiği bürokratları tanımak, konunun açıklamasına en büyük faydayı sağlar. Ankara'da tiyatroya, sinemaya, baleye, konsere, temsile, şiir dinletisine giden siyasetçi ve bürokratları ancak; amirleri gittiğinde salonlarda görebilirsiniz. Onlara çoğunlukla uyuklamamaya çalışan yorulmuş gözlerle, temsil aralarında kahve ile ayılmaya çalışırken, bir yandan da amirine ya da amirinin göreceği açıdan bir başkasına "ilk bölümden ne kadar etkilendiğini" tek koluyla, yüz mimikleriyle ve beden diliyle anlatmaya çalışırken rastlarsınız. O arada sanat kurumunun yetkilisini bekletmek de, siyasetin ve bürokrasinin şânındandır. Amiri olmadan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerini veya opera temsillerini izleyen yalnızca iki memuriyet zümresi görmüştüm: Hariciyeciler ve askerler... Onların da azınlıkta oldukları salonları, çoğunlukla sanatçılar ve öğrenciler, bir avuç ilgili ya da bilgili sanatsever doldurur.
İstanbul'un, Bursa'nın, Muğla'nın, Mersin'in, Şanlıurfa'nın, Giresun'un Ankara Bürokrasisi beklentisi farklı olsa da; Ankara'yı bu açıdan en iyi kendisi ve yakın vilayetler anlayabilir. Zira Ankara'nın Ankara'sı farklıdır. Bir araba, bir lojman, Eryaman'da kirada olan bir ev, şeflik ya da mümkünse müdürlük anlayışında olan bir bürokratın kültüre gerekliliği, diğer illerde yaşayanlardan farklıdır. Bu bürokrasinin sanat kurumları ile ilgili bakışı, tasarrufu ise; kısıtlı, hatta hiçtir. Kurumsal olanakların gelişimi için bu bürokratları ikna etmek, onlara hem konuyu çevrelerinden örneklerle açıklamak, hem de sempatik görünmek gerekmektedir.
Kurumun Bir Konserini İzlemeden Görevi Biten Bürokratlar Var!
Şaka gibi ama öyle! Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ya da bağlısı daire başkanlıklarında görev yapıp da Adana'da veya Bursa'daki bir kurumun, mesela senfoni orkestrasının konserini izlemeden görevi biten nice bürokrat, nice bakan var. Şaşırmamak gerek! Popüler olmayan kültürel kurumların işlevini kavrayamayanlar, ne yazık ki telgraflarla, A4 direktifleriyle sanal şekilde kurumları yönetmek durumunda kalıyor.
Bağlısı Kültür-Sanat Kurumlarının Konserlerine Gitmeyen Bürokratlara Örnek!
Başka şehirlerdekiler neyse de, Ankara'daki sanat kurumlarını görmek, bilgi almak, yaptıkları işin işlevini, işlerliğini kavramak, etkinliklerini takip etmek ve sanatsal yönünden faydalanıp bireysel kazanım elde etmeye başlamak da mı zor acaba? Galiba zor değil. Çünkü örneği var! Eskişehir'de iki senfoni orkestrası var, hem de direkt Devlet bağlısı değil! Biri üniversitenin, diğeri Büyükşehir Belediyesi'nin. İkisini de kuran Prof.Dr.Yılmaz Büyükerşen; konser saatinden 15 dakika önce biten toplantılardan çıkıp konserlere yetişiyor. "Ah yetişemeyeceğim, biraz geç başlayın" gibi direktiflerin de söz konusu olmadığı ortamda sanatçılar, saygı ortamının ideal boyutlarını kıvançla anlatıyor. Geçici işçi kadrolu olup, yönetime yaranmacı olabilecekleri ihtimaliyle söylenenlere de, göğüslerini gere gere kadrolu ve Emekli Sandığı'na tabi olduklarını, kendilerinden yalnızca işlerini doğru ve layıkıyla yapıp geliştirmelerinin beklendiğini, usturupluca denetlendiklerini söyleyerek cevap verebiliyorlar. Kendine özel sahnesinde provalarını yapabilen, özel yönetimi, teknik desteği olan Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası, Devlet'e bağlı en az dört senfoni orkestrasından çok daha iyi şartlara sahip. Salonunda ev sahibi konumunda, gereken destek arkasında olup yalnızca kültürel aracılığını geliştirmek görevinde ve gelecek kaygısız koşullarını sürdürebiliyor. Üstelik Devlet bağlısı orkestraların "Cumartesi 11'de kimse gelmiyor" bahanelerine, saat 14 açılımı ile cevap vererek hem Cuma, hem de Cumartesi konserlerini tam dolu salona hitaben gerçekleştirebiliyor. İndirimli biletin 50 kuruş, tam biletin 1 lira bedelli olduğu konserlere yer bulunmayınca araya torpil sokmaya çalışanların olduğunu, keyifle, muzipçe ve sevinçli kahkahalarla anlatıyor Orkestra Müdürü Seyfi Artar. Belediyenin kâr beklentisinden ziyade, kültürel hizmet olarak gördüğü konserleri ve tiyatro etkinliklerinin düşük bilet bedellerini, "düşünsenize Eskişehirli; İdil Biret'i ya da Gogol eserini bir şişe su parasına izliyor" diyor. Şef Ender Sakpınar'ın sanat danışmanlığı yürüttüğü ve Genel Sanat Yönetmenliği'ni Klarnet Sanatçısı Doç.Gülriz Germen'in üstlendiği orkestrada, herkesin görevi ve yönetim sorumluluğu, sınırı da belirlenmiş durumda. Adam olacak çocuk misali, Büyükerşen'in bugünlerde neler yapacağı, bunların nelere yarayacağını planlamış olması; gençken kanını satıp tiyatro kurmasından belliymiş. Bu da demek oluyor ki; siyasetçi gömleğini giydiğinde Büyükerşen'in gayet güzel uygulanabilecek bir kültür-sanat politikası varmış. Eskisi ile yenisini bilenler, Eskişehir'in ve Eskişehirli'nin nereden nereye geldiğini düşününce "demek ki olabiliyormuş" diyebilir!
Belediye'ye bağlı olan ve olanakları, anlayışı, çehresi ve sistemi ile örnek teşkil eden bir orkestranın varlığı; bir ironi adeta. Opera temsillerinin ya da konserlerinin de yapıldığı salona giden tramvayın son durağının adı da anlamlı: "opera". Eskişehirli hiç yoksa günde birkaç kez opera kelimesini kullanıyor. Diline pelesenk ettiği bu kavramın ne olduğunu öğrenmek üzere de salonun yolunu aşındırmaya başlıyor. Merak, bir bilinç gelişimine doğru işte bu şekilde eviriliyor.
Kültür Müsteşarı ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne Revizyon
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda tek müsteşar görev yapıyor. Turizm konusunda deneyimli olsa da tek yöneticinin atanması, kültürün gereği gibi algılanmamasının, "kültür alanında bakanlık politikası"nın olmamasına, "Bakanlık içinde sanat kurumlarını da kapsayan bir idari yaklaşım darlığına" doğru sürüklenilmesine sebep oluyor. Geçen yıllarda Gebze'deki TÜSSİDE toplantılarında "masaya yatırılan Kültür ve Turizm Bakanlığı" hakkındaki olumlu ve olumsuz yönler değerlendirmesi içinde, Bakanlık'ta görevli bir "arkeolog"un, tıpkı dönemin müsteşarının açılış konuşmasında belirttiği "kültür ve turizmin ayrılmaz iki parça olduğu" tezini yılmaz biçimde ve ezberden sözlerle, üstelik söylenenleri düşünüp idrak etmeden cevaplamaya çalışırken sarf ettiği "olur mu hiç? Turizm olmadan kültür olabilir mi? Kültür olmadan da turizm olamaz" gibi incilerini aynı yüz ifadesi ile hatırlıyoruz. Oluşan ve karşı kültürle dahi etkileşerek bugünlere gelip gelişen kültürün "yalnızca turizme değil", diğer dallarla birlikte "turizme de aracı" olması varken, nasıl olup da "turizm olmadan kültürün olamayacağı", hem de sertçe söylenebilir.
İdeal olan, kültür ve turizmin ayrı bakanlıklarla idare edilmesidir. Kültürü gelişmiş bir toplumun üretimi de gelişeceğinden dolayı bu zorunluluk, hiç olmazsa mevzuat tamamlanana kadar iki ayrı müsteşarlıkla sağlanmalıdır. Turizmin kültür müsteşarlığına maddi, kültürün de turizm müsteşarlığına manevi katkısı ile bilinç değişimine gidilmelidir. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü; Orkestra ve Çoksesli Korolar Genel Müdürlüğü, Geleneksel Topluluklar Genel Müdürlüğü, Resim ve Heykel Genel Müdürlüğü gibi genel müdürlüklere bölünmelidir. Atanan bürokratların, yönetecekleri kurumlarla en az ikişer hafta staj yapmaları, yeterliliğe tabi tutulmaları sağlanmalıdır. Bunlar kotarılana kadar; Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün "bir tür organizatörlük" vasfından sıyrılması, bağlılarının eğlence ihtiyacı olduğunda kullanılmasının önlenmesi ve sanatsal denetimin sivil elle yapılabilmesinin önü açılmalıdır. Haftalık iki etkinlik, kurum içinden küçük topluluk ve oda müziği gruplarıyla etkinlikler gibi konuların da sıkı biçimde takibinin yanında elbette; kurumların sanatçı, idari personel ve lojistik ihtiyaçlarının da giderilmesi gerekmektedir.
* Bu yazı için hiçbir şekilde herhangi bir arama motorundan faydalanılmamıştır.