ERSİN ANTEP
Anadolu'da yaygın bir sözdür: "Bayburt, Bayburt olalı böyle zulüm görmedi". Yıllardır söylenir. Bayburt'a bir orkestranın gelişi ile ilgili anekdota dayanan ifadenin anlamı hakkında ise, iki görüş çarpışır. Birine göre ahali temsili izlemiş, fakat anlamadığı için eziyet çekmiştir. Diğerine göre ise, mülki amir ahaliyi salonda toplayıp, konseri nasıl dinleyeceklerine dair uzun ve sıkıcı eğitimler vererek canından bezdirmiştir. Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), Ercan Saatçi'nin uğraşısıyla şef Rengim Gökmen idaresinde Bayburt'a bir turne düzenlemişti. Konser sonrası mikrofon uzatılan Bayburtlular, klasik müziğin hiç sıkıcı olmadığını, dinledikleri eserler içinde özellikle Türk eserlerini çok beğendiklerini söylemiş; hatta silah zoru olmadan itiraf etmişti.
"Bayburt Açılımı"nı, tıpkı Hikmet Şimşek ve Gürer Aykal gibi şefler idaresindeki orkestranın başlattığı "Anadolu Açılımı"nın devamı olarak nitelendirebiliriz. Şimşek'in yönettiği konserlere dair fotograflarda; ağaç tepelerinde, varil üstlerinde, sahnenin bir köşesine kıvrılmış biçimde izleyen eşarplı, kasketli, yarım paçalı halde, nice Anadolu insanı portresi görebiliriz. Üzerlerindeki günlük kıyafetten, tarla ya da bağ bahçedeki işinden geldiği anlaşılan dinleyicilerin yüzlerindeki merakı da kolayca okuyabiliriz. Hatta salonlarda alışılagelen uyku mahmuru gözlerin yerine, apaçık ve enerjik gözlere rastlayabiliriz.
Bayburt'un merakla bir klasik müzik konseri izleyip de memnun olduğunu görünce; "Bayburt olması" açısından sorguya muhatap olmasının kaynağını, araştırmak gerekiyor. Geçen yılki CSO konseri acaba bu ifadeyi tarihe gömmüş müdür? Hiç sanmıyoruz. Bu geçici bir hareket ve çözümdür. Asıl kalıcı olan, sürekliliğin sağlanmasıdır. (Elbette anlatımımızın yalnızca, örneklem için seçtiğimiz çoksesli teknikli müzikler bağlamında değil, geleneği oturmuş müzikler için de algılanması gerekmektedir.)
Bugün çoksesli teknikteki müzik her yerde ve kolaylıkla yayılmaktadır. En basitinden, tıpkı bağlama gibi, ülkenin pek çok yerinde gitar kursları bulunmaktadır. Elbette bu bir başlangıçtır. Ancak, kolay türlere göre zaman, bilgi ve merak gerektiren çoksesli teknikli müzikler için, iyi bir başlangıçtır. Müzik eğitiminin bu başlangıcı desteklemesi ya da öncül hale gelmesi sağlanırsa; sivil yapılanma tamamlanmış sayılabilir. Sonraki adımda, CSO yanında Çukurova, İzmir ve Bursa Devlet Senfoni Orkestraları'nın ayaklarının alıştığı gibi, köylere dek Anadolu turnelerinin yapılması gerekmektedir. Bu anlamda kültür bürokrasisinin desteği, denetimi ve hatta teşviki önem kazanmaktadır. Ulaşım, konaklama ve mekan gibi gereksinimler karşılanarak kısa zamanda konserlere başlanması, hiç de hayal değildir. Şayet Bilkent Üniversitesi gibi bir özel kurum, Erzurum'da salon açıp uluslararası tanınmışlıkta dünya sanatçılarına konser verdirtiyor ve her hafta bir konserin olduğu salonu boş kalmıyorsa; imkanlarıyla Devlet bunu çok daha kolayca yapabilir, hatta aşabilir.
Devletçe bir Cumhuriyet Projesi olarak benimsendiği söylenerek eleştirilen çoksesli teknikli müziğin yayılması da; bir toplum için ya da bir birey için ne ifade eder? Neden ideal görülür? Birçok insanın kafasında bu soru işareti vardır. "Çoksesliliği kavramak kolay değilken ne maksatla bu kadar yayılmasını istiyorlar" gibi pek çok soru cümlesi de bu soruyla biçimlendirilir. Çoksesli teknikli müzikler, özel bir yazım biçimiyle, birden çok ezginin aynı anda tınlatılmasıyla "yüce" bir bütünün oluşturulması ile oluşan algısıyla belirginleşir. Bu durum bir üstünlük vasfı olmasa da, tercih sebebi olarak görülebilir. Aynı anda birden çok ezgiyi takip etmenin dikkati geliştireceği, bilinci açık tutacağı, beyin hücrelerini çalıştırıp algıyı geliştireceği kanaati yaygındır. Gelin görün ki; bilgi sahibi olmadan ve neye, nasıl dikkat edeceğini bilmeden takip edildiğinde, hiçbir mana ifade etmeyecek yanı da vardır. Ahmed Adnan Saygun, Muammer Sun gibi bu işlere kafa yormuş müzik insanları bu noktada, insanı çoksesli müzik dinleyicisi olmaktan ziyade, ömrünün bir döneminde çoksesli koro elemanı olacak şekilde idealize etmeye çalışır. Çoksesli korodaki bir insanın çevresine dikkati, icradaki titizliği ve özeninin geliştiği; üstatları haklı çıkaran küçük bir örnektir.
Çoksesli teknikli müzikler, daha çok büyük kentlerdeki kurumlarla, birtakım kayıtlarla ve medya vasıtasıyla paylaşılabilir. Bu gerçekten dolayı, etki dalgaları şehir merkezleridir. Ülkenin demografik yapısına bakıldığında göç oklarının büyük kentlere, oradan da yurtdışına doğru eğrildiği görülür. Ancak büyük kentlerden Anadolu'ya göç sözkonusu olduğu takdirde; çoksesli teknikteki müzikler de kapsama alanını geliştirebilir. Ekonomik ve sosyal konulardan dolayı göç tablosunda böyle bir istikamet değişimi, kısa vadede olanaklı gözükmüyor. O halde iki çare beliriyor:
İlk olarak; halihazırda Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde eğitim veren üniversitelerin müzik öğretmenliği bölümleri ya da konservatuarları ile güzel sanatlar lisesi müzik bölümlerinin bulundukları yerlerde eğitim ve sesli sergilere girişmeleri gerekiyor. Bu açıdan il özel idaresi ile sivil teşebbüsün desteğine ihtiyaç duyuluyor.
İkinci adım olarak ise; Türkiye'nin çeşitli yerlerinde bulunan askeri orkestralardan büyük kadrolu olanları, düzenli konserler, eğitimler ya da hobi kursları düzenleyebilir. "Havalar ısınıp yollar açılana kadar", bu çözümlerle kentlerin kendi kültürel-sanatsal çarklarını işleterek ısınmaları sağlanabilir. Köye, çerçiden daha çok girmek ve faydalı olmak isteniyorsa; sosyolojik araştırmalar yapılmalı, stratejiler saptanmalı ve köy köy, kent kent uygulanacak projeler hayata geçirilmelidir.
"Bayburt'un, Bayburt olarak" gelişime olan ihtiyacını ortaya çıkarmak, kendi içindeki dinamikleri işleyerek parlatmak, gelişim niyetini bu yolla olumlu yöne çevirmek ve çaba sarf edecek gerekliliğe inandırmak konusu; 5 senede, 10 senede sonuç alınacak bir iş değildir. Tüm hesapların uzun vadeli yapılması zorunluluğu olan ve işin uygulayanlar tarafının; çok iyi organize olmasını gerektiren bir süreçtir! Şoföre, nakliyatçıya kadar düşünülecek şekilde geniş kapsamda ele alınacak bir "uygulayıcı ya da uygulama tutarlılığı", ülkenin kültür-sanat ortamında pek kolay değildir! 100 kişi içinden tek hastanın 99 kişinin bünyesini hasta edebileceği, ancak 99 insanın sağlıklı bünyelerinin tek hastayı iyileştiremeyeceğinden hareketle, kolayın ve zararlının rahatça yayıldığı bir gerçektir. Böyle bir ortamda, işin sağlıklı yolda sürdürülebilirliği aşamasında, tüm ihtimaller ve riskler iyi hesaplanarak alternatifler saptanmalıdır! Ahmet Kutsi Tecer'in "Orada bir köy var uzakta! O köy bizim köyümüzdür" derken, sosyal ve kültürel sorumluluğu işaret etmesinin nasıl dejenere edildiği ve sonucunda, pastoral bir üslupta, kır havası teneffüs ettiren yapıya dönüştüğü -örnek olarak- gözden kaçırılmamalıdır.
Minibüste koltuğu paylaştığınız, market sırasında arkasında beklediğimiz, vapurda yanımızdan geçen, iki sokak üstümüzde oturan, pazarda bizden sonra sebze alanın, bilinçli, gelişmiş insan olmasını tercih ediyor ve ona güvenmek istiyorsak; o çağdaşlığın sağlanmasında çoksesli teknikli müziklerin de, diğer nitelikli ve geleneksel yapılı müzikler gibi bir bilinç vasıtası olabileceğini unutmamalıyız. Bayburtlu olduğu halde, bir caz konserini, tiyatro temsilini ya da gitar resitalini izleyip zevk aldığını öğrendiğimiz kişiye şaşırmamak, "Bayburtlular çok entelektüel insanlardır ve klasik müzik hayranıdır" gibi sözleri söyleyebilecek hale gelmek için, etrafımızda kültürel elçi görevine soyunmamız gerekmektedir. İş yerine giderken serviste, ufaklığın veliler toplantısını beklerken okulda, hayırlı olsuna gelen komşuları ağırlarken evde; sözü Behlül'den, Ezel'den alıp kültürel sorgulamalara nasıl çekeceğini ise herkes, "artniyetli" olarak tasarlamalıdır. Asıl sorunun gidip beğenmemek olmadığı, gitmemek ve gitmesini sağlayamamak olduğu ise hafızalarda tutulmalıdır. Sanatı doğru biçimde semirmiş, bu sayede güçlenmiş bilinciyle kültürlü ve sosyal insanların kendi renklerini daha rahat ve zengin biçimde ortaya koyabileceği, etrafta böylelerinin çoğalması ile yaşadığımız sokağın da solgun renklerinin açılacağını unutmadan elbette...