42. İstanbul Müzik Festivali’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan efsane şef Zubin Mehta:
‘Ben müzikle beslenmemiş bir ülke düşünemiyorum. Sahneden dinleyiciye ulaşan bir mesajdır bu. Bu mesajın ulaşmadığı ülkede siz ruhsal olarak insanları açlığa terk edersiniz. Politikacılar her yerde aynı. Onların kültürel geçmişi yoktur ama kültür adına kararlar verirler. Asıl işin içinde olanlara danışmıyorlar. Bu kısıtlamaları yaparken ülkenin önde gelen sanatçılarını, müzikologlarını toplayıp onların fikrini almalılar.’
42. İstanbul Festivali’nin yaşam boyu başarı ödülü çağımızın efsane şefi Zubin Mehta’ya verildi. Konser öncesi yaptığımız söyleşide ona bir kez daha hayran kaldım. Konuşmamızı da bir orkestrayı yönetircesine şekillendiriyor, müziğe aynı zamanda bir sosyal olgu olarak yaklaşıyordu.
1936’da Bombay’da doğmuş, dünyanın dört bir yanında kabul görmüş ama Hint pasaportunu hiç bırakmamış. İlk müzik derslerini bir keman virtüözü ve Bombay Senfoni Orkestrası’nın kurucusu olan babası Mehli Mehta’dan almış. 1954’te Viyana’ya gidip Hans Swarowsky ile çalışmış. Dünyanın önde gelen belli başlı orkestralarında yıllar boyu şeflik yapmış. Müziği toplumsal bir barış aracı olarak kabul ederek gençleri keşfetmesi, eğitim programları, vakıflar kurması onun ayrıcalıkları. Mehta Müzik Okulu, İsrail Filarmoni’nin bir uzantısı. Shwaram ve Nasıra’da Arap çocuklara da yerel hocalarla müzik eğitimi veren bir proje yürütmekte.
“İlk eğitimim evimizin doğal halindeki müzikleri dinleyerek başladı. Sabah uyanıp yatana dek evde müzik vardı. Ya babamın provaları olurdu, ya öğrencileri gelirdi, ya da kötü bir gramofondan Toscanini, Furtwängler gibi büyük ustaların yorumları dinlenirdi. Plakların kalitesi berbattı ama hepsi tarihi kayıtlardı. Viyana’ya geldiğimde ilk kez canlı ve nitelikli bir orkestra dinleyip şok geçirdim. Hem tarihi konserler izledim, hem de efsanevi hocam Swarowsky ile Post-romantikleri, 12-ton bestecilerini tanıdım. Çünkü kendisi onların öğrencisi olmuştu. Harfi harfine besteciye bağlılığı öğretti bana.”
- İlk kez hangi orkestrayı yönettiniz?
Genç bir şef olarak Viyana’da oturmuş, yaşlı bir şef hastalansa da yerine beni çağırsalar diye bekliyordum. İlk çağrımı Viyana’dan ve Israil’den böyle aldım; hemen ardından ikinci kez, üçüncü kez davet edildim. Bu yıl Israel ile 45 yılım doldu. Viyana ve Berlin’i 52 yıldır yönetiyorum. Ben orkestralarla uzun yıllar kalan bir şefim. Los Angeles, New York da aynı.
- Böylece aynı topluluk içinden birkaç kuşak yorumcuyu tanıyorsunuz.
Viyana Filarmoni’yi ilk yönettiğimde üyeler benim profesörlerimden oluşuyordu. Sonra onların yetiştirdiği, benim okul arkadaşlarımın kuşağı geldi. Şimdi de ilk kuşağın torunları, gençleri yönetiyorum ve onlara da aynı saygıyla yaklaşıyorum.
- Yıllardır beş kıtanın en önemli salonlarında konserler ve operalar yönetiyorsunuz. Değişik kültürlerin dinleyicileri arasındaki farklar nedir?
Orta Avrupa en bilinçli dinleyici, çünkü biz onların atalarının müziğini çalıyoruz. New York’ta Carnegie Hall izleyicisi, Şikago, Los Angeles, çok iyi anlayan dinleyici. Uzak Doğuda konser boyunca sessizce alkışlarlar, sonunda bombardıman olurdu. Meğerse önceden gürültü edip müzisyenleri rahatsız etmek istemezlermiş. Saygılı bir dinleyici.
- 20. ve 21. yüzyıl bestecilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
20. yüzyıl, Stravinski, Hindemith, Schönberg artık klasik oldular. 21. yüzyıla damgasını vuran pek çok besteci var: J. Adams, Kurtag, Penderecki, Berio. İsrail’de de gençler var. Bizler onların yapıtlarını çalmalıyız ki gelecek çağa kalıcı olsunlar.
- Yeni kuşak şefleri izliyor musunuz?
Çok yetenekli şefler var. Amerikan, Alman, İtalyan şefler. Rusya’dan da müthiş şefler yetişiyor. Teknik olarak önceki kuşaktan çok daha nitelikli şefler. Böylece orkestraların da düzeyi yükselmekte. 40 yıl önce çalması çok zor sanılan yapıtlar donanımlı üyelerle artık çok kolay yorumlanıyor.
- 2013 Tagore Ödülü aldığınız bunca ödül arasında en değerlisi olmalı.
Evet kendi ülkem Hindistan’dan aldığım için ve benim en çok üstünde durduğum konu, kültürel armoniyi içerdiği için çok önemli.
- Halen dünyadaki kültüre yatırım üstüne ne düşünüyorsunuz?
Dünyanın her yerinde kültür bütçeleri kısıtlanıyor. Ama Almanya örnek alınmalı. Orada devletin kültüre yatırımı giderek artıyor.
Sizin ülkenizde de kısıtlamalar söz konusuymuş, operayı, orkestraları kapatacaklarını öğrenince düş kırıklığına uğradım. Ama neyse ki şimdilik dondurulmuş.
Düşünün dünyanın her yerinde her gün binlerce müzik çeşidi icra ediliyor. Yalnız klasik müzik değil, rock, hiphop, etnik müzikler, bunlar milyonlarca dinleyicinin ruhunu besliyor. Ben müzikle beslenmemiş bir ülke düşünemiyorum. Sahneden dinleyiciye ulaşan bir mesajdır bu. Bu mesajın ulaşmadığı ülkede siz ruhsal olarak insanları açlığa terk edersiniz. Politikacılar her yerde aynı. Onların kültürel geçmişi yoktur ama kültür adına kararlar verirler. Asıl işin içinde olanlara danışmıyorlar. Bu kısıtlamaları yaparken ülkenin önde gelen sanatçılarını, müzikologlarını toplayıp onların fikrini almalılar. Eğer kendi sanatçınızı kendi ülkenizde değerlendirmezseniz tıpkı üniversite öğrencileri gibi onlar da ülke dışına kaçıp yeni yaşamlar ararlar.