Müzik Yaşamının Unutulmuş Aktörleri: Askeri Bandolar

ALİ ERGUR

Müzik Kutusu

 

Türkiye’de sanatın her alanı farklı biçim ve şiddetlerde olsa da, meşakkatli bir mücadeleyi göze almayı gerektirir. Yakın zamanlara kadar, sanatçı olmak öncelikle maddi anlamda zorluklara göğüs germek ya da sanatla geçinememeyi peşinen kabullenip aile desteği, ek iş, vb. ile yaşamı idame ettirmeyi doğal olarak içermekteydi. Sanatçılara atfedilen, onların da kendilerine yakıştırdıkları ‘bohem’ hayat tarzı, sadece ideolojik bir karşı-duruş değil, aynı zamanda çok pratik yoksunluklara bağlı bir olguydu. Günümüzde sanatçının geçimi, artık göreli bir şekilde sorun olmaktan çıkmaya başlıyor.

Her sanat dalı az ya da çok dünyaya açıldıkça küresel pazarın da parçası olmaktadır. Kuşkusuz küresel piyasanın iyi kazanan aktörü olmanın da kendine özgü koşulları vardır. Örneğin edebiyatta, Türkiye’nin egzotik pazarlamasını en başarılı yapanların, iyi yazar olup olmamaları değil, bu, sunumunu iyi paketledikleri Türkiye imgesinin yönetimini ne ölçüde başarıyla yaptıklarına bağlı olarak baş tacı edilmeleri, küreselleşmenin gizli asimetrisi hakkında fikir vermektedir. Elbette, küreselleşme, sadece Batı Avrupa ve A.B.D.’nin mutlak kültürel hâkimiyeti ve bu bağlamda diğer kültürleri aşağı konuma yerleştirme olgusuna indirgenemez. Küreselleşme, aynı zamanda, sayısız kültür karşılaşmasının mümkün kılmaktadır. Bu suretle birçok Türk sanatçısı sadece Batı Avrupa ve A.B.D.’de değil, dünyanın her yerinde değerli eserler yaratmakta, başarılı icralar sunmaktadır. Bu hareketlenmenin ekonomik getirileri olması, Türkiye’de sanatçıya reva görülen yoksul konumunun da değişmesini getirmektedir. Bununla birlikte, uygulamalı bilimler tahakkümü altında belirlenen günümüz meslekler hiyerarşisi içinde sanat hâlâ ikincil, kimi zaman gereksiz, ciddi olmayan bir konumda algılanmaya devam etmektedir.  Akla gelebilecek her konuda konuşmaya kendilerini ehil hisseden, aslında herkesin alanı olan siyaset konusunda ortaya atılan, özellikle muhalif fikirler karşısında ise saldırganlaşan siyasetçilerin yerli yersiz demeçlerinde, sanat hep evcilleştirilmesi gereken bir etkinlik, sanatçı daima iktidarın dilinden konuşması gereken bir uyruk olarak tasavvur edilmektedir. Aynı zihniyetin daha işgüzar izdüşümlerini bürokrasi saflarında görmemiz bu nedenle şaşırtıcı sayılmamalıdır. Türkiye’de müziğin modernleşmesinde önemli bir tarihsel rol oynamış olan askeri bandolar da, bu dar ufuklu bürokratik zihniyetten paylarını fazlasıyla almaktadırlar; belki de en çok onlar almaktadırlar.

Giuseppe Donizetti’nin Memâlik-i Âl-i Osmânî’ye 1827 yılında gelip müzik dünyasına yeni bir yön verdiği dönemde, batı tampere düzenini ilk yerleştirdiği topluluk bir askeri bandoydu. Musika-yi Hümayûn, kanlı bir şekilde hal’ edilen Yeniçeri Teşkilatı’nın kaybolan müzik geleneğinin yerine yeni bir çıkış noktası oluşturmak için kurulmuştu. Günümüzde muhafazakâr-maneviyatçı çevrelerin, kendi ideolojik duruşlarının bir simgesi haline getirdikleri Mehter müziği, aslında son derece modern bir yeniden inşadır. Zira 1826 Vak’a-yı Hayriye öncesine dair Mehter müziğini neredeyse hiç bilmiyoruz. Onun yerine, daha sonraki dönemlerde derlenmiş, bestelenmiş ve özellikle sözleri yazılmış marşlar söz konusudur. Bir imparatorluk askeri müzik topluluğunun “Türk milleti…” vurgulu marş sözlerinin olması düşünülemezdi bile. (Günümüzde moda olan ‘çokkültürlülük’ olgusundan dolayı değil; basbayağı böyle bir mefhum o dönemde var olmadığından.) Birçok konuda olduğu gibi, imparatorluğun dönüşüm hareketleri, zayıflamanın en çok ve en erken hissedildiği askerî alandan başlayacaktı. Bugün Musika-i Hümayûn, çoğu zaman Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın kökeni olarak tarif edilmektedir. Bu saptama doğru olmakla birlikte eksiktir: Musika-i Hümayûn bugün varlığını sürdüren birden fazla müzik kurumunun kökenidir. Bunların başında Türk Silahlı Kuvvetleri Armoni Mızıkası gelmektedir. Ayrıca özellikle Birinci Ordu Bandosu ve ondan türeyen diğer askeri bandolar da bu soyağacına dâhildirler. Böyle bir geleneğe sahip, Türkiye’nin modernleşmesini müzik üzerinden simgelemiş ve taşımış bir kurumun, kendi kültürel zenginliğine sahip çıkması beklenirdi. Oysa bugün, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki birçok üst düzey komutanın bu bilince sahip olmadığını üzülerek görüyoruz.

Türkiye’nin askeri anlamda önemli merkezlerinden biri olan bir kentte, bando mensupları olan astsubaylarla konuşuyoruz: Bir zamanlar, iyi niyetlerle kurulmuş bir yapının, kültüre hep ikincil bir olgu olarak mesafeli davranmış bir zihniyet tarafından nasıl işlevsizleştirildiğini fark ediyoruz. Bando çalgı icracılarının türlü sorunları arasında en dikkat çekeni, onlardan, teşkilat olarak askeri bir yapının parçası olmaları hasebiyle, ‘sanatçı’dan ziyade ‘asker’ olmalarını isteyen bir zihniyetle karşı karşıya olmaları. Zira birçok üst komutan, bandoyu sadece İstiklâl Marşı çalan, yılda sadece birkaç, yinelenerek anlamını yitirmiş kabuksu törende beylik ezgilerle kenar süsü olarak gören zihniyete sahip görünüyor. Bu nedenle, büyük çoğunluğu astsubay olan bando sanatçıları, ne yapılacağı pek de bilinemeyen fazlalıklar, çok zengin kaynaklara sahip bando birlikleri de ‘hazır kıta’ addediliyorlar. Böylece bando astsubayları, ayın yarısını bulan ağırlıkta nöbet tutmaktalar. Görevleri gereği muharip olmayan birlikler olmaları, onları, ‘bari bir işe yarasınlar’ zihniyeti içinde, yetiştirilme nedenlerinin tam aksi yönde işlere sevk edilmelerine yol açmaktadır. İyi askeri birliğin sadece muharip yetenekleriyle belirlendiğine sabitlenmiş bir bakış, sivil alandaki uygulamalı bilimler zihniyetinin, her şeyi değişim değeri cinsinden ifade edilebilir hale getirme çabasını hatırlatıyor. Örneğin bir üniversitenin başarısının, sadece belli tür yayınlardaki salt nicel sıralamadan ibaret, ona esas ‘bilgi’nin de münhasıran piyasada paraya tahvil edilebilir olan türden olduğuna iman etmiş iktidar sahipleri, başta kültürel içerikli olanlar olmak üzere, başka her türlü üniversite etkinliğini gereksiz zaman kaybı ya da (biraz daha ‘vizyon sahibi’ yöneticiler söz konusu olduğunda) vitrin süsü olarak algılamaktadırlar. Benzer bakış açıları, siyaset ve bürokrasinin her kademesi için örneklendirilebilir. Sanat etkinlikleri, kamu işlevleri içinde, sadece tarihin tesadüfü olarak ortaya çıkan kimi nadir idealist yöneticilerin yüzü suyu hürmetine yürümektedirler. Doğal olarak bu tür istisnai çıkışlar, yine bu idealist kişilerin, geçici olarak işgal ettikleri makamlarda kaldıkları sürece bir sonuç verebilmektedir. Askerlik hiyerarşisi, bu devr-i daimin en düzenli ve sürekli olduğu bir sistem olarak, iyi niyetli ve kültüre yakın duran komutanları belli konumlara getirebildiği gibi, birçok, tek boyutlu insanı da iktidar konumlarına taşımaktadır. Askeri ve sivil bürokrasiye egemen olan bu kuru tip yönetici, çoğu kez açıkça öyle ifade etmese de kültürü kadınsı ve aşağı addeden bir zihniyeti yeniden üretir. Böylece, asıl iş olan etkinlik ciddi, kültürle, hele sanatla ilgili olanlar gayrı-ciddi hale gelir. Askeri bandoların, askerliğin asıl işinin kenarında duran, bu nedenle işlevsiz addedilen, böylece kendi varlık nedeni olan etkinlikleri yapmasına engel olacak işlerle meşgul edilen bir alan olarak görülmesi, bu temel ayrıma dayanır. Platon, ideal devleti tarif ederken, müziği dikkatle kontrol altına alınması gereken bir sanat dalı olarak özellikle işaret ediyordu. Hangi tür müziğin makbul, hangilerinin ahlâk bozucu olduğunu, hangisinin askerlik becerisini pekiştiren hangisinin gençleri rehavete sevk eden nitelikte sayılması gerektiğini tanımlıyordu. Her durumda müzik belli bir mesafeyle karşılanması ve sıkı kurallara tâbi tutulması gereken bir tehlikeli sanat dalıydı.

Askeri bandoların örgütlenmesinin belki de olması gereken fazla yaygın olduğu düşünülebilir. Zira alay düzeyine kadar yaygın bir bando yapısı, ilk bakışta müziğe ne kadar önem verildiğine dair yanlış bir izlenim uyandırabilse de, bu aslında bandoları garip bir şekilde âtıllaştıran bir durum ortaya çıkarmıştır. Bando, bir büyük birliğe ait unsur haline gelince, askeri bir çatı altında bile olsa, bir sanat kurumunun en çok gereksindiği özellik olan bağımsız çalışabilme yeteneğinden de yoksun kalmış olur. Muhtemelen ‘el altında bulunsun’ fikriyle her muharip birliğin yapısına dâhil edilen bando, bu şekilde becerilerinin çok altında kalarak, bir nevi II. Abdülhamit döneminde Haliç’e hapsedilmiş donanma sendromunu yaşar hale gelmektedir. Kamuoyunun gözünün ve bilgisinin taşrasında kaldığından olsa gerek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bando personelinin ne kadar iyi bir müzik eğitimi aldığı pek bilinmez. Bunda, askeri olan her şeye (hele günümüzde) hasmâne bir önyargıyla yaklaşanlar kadar, varlığını, kapalı ve iletişimsiz kalmasının büyüsüne havale etmiş olan bizatihi Silahlı Kuvvetler’in kendisinin payı olduğu bir gerçektir. Sonuçta, bando müzisyenlerinin, sivil kurumlarda yetişen birçoğundan çok daha sağlam bir eğitim aldıklarının altını çizmeliyiz. Ancak, bunca iyi kuramsal ve icrai bilgi, pratiğin son derece yaşamsal olduğu müzisyenlik kariyerinde, hızla körelme yoluna girmektedir. Askerliğin temel işlevlerine odaklanmış üst komuta kademeleri, hele zorlu koşullarda çalışmak zorunda kalıyorlarsa, dünyayı çok daha ak-kara keskinliğinde görebilmekteler. Böylece bando müzisyenlerinin asker mi yoksa müzisyen mi oldukları sorusu, yanıtı tartışma götürmez bir şekilde komutanın aklına düşmektedir. Her şeyin askerlik cinsinden tanımlandığı bir ortamda, böyle bir keskin değerlendirme, elbette bando mensuplarını muharip askerlik hizmetlerinin bir yedeği, bir çeşit ‘ihtiyat kuvveti’ gibi tasnif etmeye yol açmaktadır. Kimi komutanların, en asgari bando icraları dışındaki bütün etkinlikleri yasaklamaları, kuşkusuz, yapısal olarak böyle bir ikincil konuma mahkûm müzisyenleri, ayrıca paslandıran bir etki yapmaktadır. Oysa örneğin bandolar, bulundukları kentlerde belli aralıklarla halka açık ve popüler eserler de icra ettikleri konserler verebilseler, hem müzisyenlerin mesleklerini şevkle icra etmeleri hem çalgı becerilerinde geri kalmamaları sağlanır, hem Silahlı Kuvvetler’in zaten kamuoyundaki yaygın ‘kapalılık’ izleniminin aksine, halkla bütünleşecek etkinlikler düzenlenmiş olur. Bu tür girişimlerin askerlik görevine halel getirmeyeceğini, tersine onu, bir kamusal hizmet olarak pekiştireceğini idrak edebilen yöneticilerle, bandolar, hak ettikleri değeri bulabilirler.

Askeri bandoların önemli sorunlarından biri de sahip oldukları kaynakları son derece verimsiz kullanmalarıdır. Birçok müzik eğitim kurumunda bulunmayan, çok yetenekli olmasına karşın maddi olanaklarının yetersizliği nedeniyle çalgısını satın alamayan, ancak kötü çalgılarla idare etmeye çalışan gençlerin hayal bile edemedikleri nitelikte malzemeyi, bandoların, kullanımı kısıtlanmış depolarında bulmak mümkündür. Binlerce dolarla ifade edilen bakır ve tahta üflemelilerin, bando envanterinde bulunduğunu biliyoruz. Gereksinimi olanların bu çalgılara erişecek olanakları, onlara sahip olanların da çalacak zaman ve fırsatları yok. Çalgıların, hele nitelikli olanlarının kolayca erişilebildiği bir ülkede yaşamıyoruz. Böyle bir kaynak israfını müzisyenler hak etmiyorlar.

Sorunun çözüm yollarının temelinde kuşkusuz bir kültür bilincinin yaygınlaşması vardır. Özellikle üst yöneticilerin, işgal ettikleri makamın asıl işi addettikleri alan dışında kalan kültürle ilişkili konuları ikincil olarak görüp onları ihmal etmemeleri gerekiyor. Özelde askeri bandolarla ilgili sorun, bu kadar çok yerleşik bando yerine bölge bandoları kurulmasıdır. Hatta Doğu Bandosu ve Batı Bandosu şeklinde ikili bir yapı bile yeterli olacaktır. Birliklerin gereksinimi olan basit marş müziği, ‘boru-trampet takımları’ tarafından rahatlıkla yürütülebilir. Bunlar da, askerlik yükümlülüğünü yerine getiren sivil müzisyenler tarafından yürütülebilir. Böylece profesyonel asker müzisyenlerin, becerilerinin çok altında konumlarda ziyan edilmelerinin önüne geçilebilir. Bando mensuplarının asker mi yoksa müzisyen mi olduğu sorusuna açıklıkla şu yanıtı vermemiz gerekiyor: Bu kişiler, çok iyi eğitim almış, asker kimliğine sahip ve askeri örgütlenme altında bulunan müzisyenlerdir. Yeteneklerini heba etmemek, onlara o eğitimi veren kurumun lüksü değil, yükümlülüğüdür.

Bu zikrettiğimiz sorunların genelde Silahlı Kuvvetler’in yapı ve işleyişinden kaynaklandığı bir gerçekse, daha özelde Kara Kuvvetleri’nde çok daha belirgin bir durum olduğu da konunun bir başka vechesidir. Burada tartışılması gerekmeyen birçok nedenden ötürü, Kara Kuvvetleri, değişmeye daha kapalı, gelenekselin biçimsel özelliklerine çok daha fazla bağlı, fazla temkinli bir yapı arz etmektedir. Deniz ve Hava Kuvvetleri’nde durum epeyce farklı görünmektedir. Benzer yapısal sorunlarla mâlul olsalar da, Deniz ve Hava Kuvvetleri bandoları çok daha yeniliklere açık, askerlik zorunluluklarına daha az tâbi ve en önemlisi sivil yaşama daha yakın duran bir görünüm arz etmektedirler. Bunun somut kanıtı, uluslararası alanda da, bu bandolara davetler gelmesidir. Bir dönem caz müziğine özel ilgisi nedeniyle Hava Kuvvetleri Bandosu’nun standart yapısını bir Big Band’e dönüştüren, Org. Ergin Celasin gibi komutanların özel katkıları kuşkusuz çok değerlidir. Ancak değişmelerin bu kişisel iyi niyet ve bilinçlerin ötesine geçerek, bir kurumsal irade, bir politika yönlendirmesinde gerçekleşmeleri gerekiyor. Kara Kuvvetleri yönetimi, diğer kuvvetlerde müziğe verilen önemi, bunun kazandırdığı saygınlığı dikkatle incelemelidir. Deniz Harp Okulu’nun Türk Pop Müziği’nin 1960’lardaki dönüşümünde önemli bir payı olduğu da bir not olarak hatırlanabilir. Bu müzik topluluklarını çıkarmış olmak, saygın bandolara, caz orkestralarına sahip olmak, nitelikli festival ve müzik etkinliklerinde konser vermek, ne Deniz Kuvvetleri’nin sualtı, su-üstü muharebe yeteneğini zedelemiştir, ne Hava Kuvvetleri’nin harekât becerilerini azaltmıştır. Bir ordu, bandocuların nöbet tutmasına muhtaç hale gelmişse zaten durum vahim demektir!

Uzaktaki karlı dağlara bakarak iç geçiren astsubay müzisyen dostumuzun “mezun olduğumuzda denizci arkadaşlarımdan çok daha iyiydim. Aradan geçen yıllarda onlar mükemmelleştiler, ben geriledim. Artık yaptığım işe istekle sarılamıyorum” deyişindeki hüznünü unutamıyorum. Bir müzisyene daha büyük kötülük yapılamaz zaten.


Yazarın Diğer Yazıları

  • Tizleri Algılamak, Baslara Boğulmak
  • "Yürüradam"ın Esrarengiz Maceraları
  • Arabesk Müziği Nasıl Tartışmalı?
  • Bir Yıldız Olarak, İcracı Sanatçının Doğuşu
  • Küreselleşme ve Müzikteki Beğeni Hiyerarşilerinin Silinişi
  • Yeni Müzik Deneyimleri, Yeni Konser Mekânları
  • İdeolojik Savunu ve Eleştiri Malzemesi Olarak 'Türk Beşleri' Efsanesi
  • Müzik Yaşamının Unutulmuş Aktörleri: Askeri Bandolar