Hodkinson’dan ‘Sesler Tiyatrosu’ ve Ali Darmar’dan Junda Konçertosu
> Çağdaş bir resim sergisine, yeni bir tiyatro ya da bir sinema yapıtına merakla gidiyoruz. Yeni basılan bir romanı hemen alıp okuyoruz. Ama müzik deyince alışık kalıplarımıza dönüyoruz. Müziğin diğer sanat dallarıyla birleşmesi, yeni renkler araması bizi korkutuyor.
Geçen hafta ayrı söylemdeki iki müzik yapıtının gün yüzüne çıkmasına tanık oldum. İkisi de aynı zaman diliminden ancak ayrı coğrafyalardan geliyordu.
İngiliz sanatçı Juliana Hodkinson (1971) günümüz ses dünyasındaki özgür akımların bir temsilcisi. Ses kadar sessizliği, çalgılar kadar sıradan eşyaların tınısını, müziksellik kadar gürültüyü kuşatıyor yapıtları. Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. yılı dolayısıyla başlatılan uluslararası konuk programı için üç hafta kadar İstanbul’da kalacak ve bu çevrenin esiniyle yeni bir yapıta başlayacak.
Çağdaş yapıtların her seslendirisi onların baştan yaratılmasıdır. Juliana’nın geçen cumartesi akşamı sunulan “Sesler Tiyatrosu”nun provasını izledim. Danimarkalı SCENATET topluluğu ve okulun müzik kulübü de katılıyordu. Klasik çalgıların yanı sıra cam, porselen, güncel eşyalar, yaprak, tüy gibi cisimler de müziğin malzemesiydi.
Elektro akustik malzemeyle tınıların incelikli işlenmesi, sessiz filmle teatral efektlerin kaynaşması bizler için oldukça yenilikçi söylemler. Oysa Avrupa’nın nice merkezinde bu tür dinletiler merakla izleniyor. Öyle ya, çağdaş bir resim sergisine, yeni bir tiyatro ya da bir sinema yapıtına merakla gidiyoruz. Yeni basılan romanı hemen alıp okuyoruz. Ama müzik deyince alışık kalıplarımıza dönüyoruz. Müziğin diğer sanat dallarıyla birleşmesi, yeni renkler araması bizi korkutuyor. Çağlar boyu alışık olduğumuz melodi-armoni bağdaşmasını arıyoruz.
Darmar’dan ‘Junda Konçertosu’
Hafta sonu Ankara’da Bilkent Senfoni Orkestrası’ndan Ali Darmar’ın (1946) “Junda” (Adası) başlıklı piyano konçertosunu dinledim. Gürer Aykal gibi yaratıcı bir şef, Ayşegül Sarıca gibi usta bir piyanist ve Bilkent Senfoni gibi disiplinli bir topluluğun elinde ilk seslendirisi yapıldı.
Gerek piyanistik açıdan gerek senfonik renklerin işlenmesinde yorumcular üstün bir başarı sergilediler. Darmar, günümüzün neo-romantik deyişinde; akıcı temalar buluyor, çalgıların renklerini ölçüp biçiyor, piyanoyu çalgı olarak çok iyi tanıdığından orkestrayla onun arasında tınısal buluşlar yaratıyor. Türk müziği ritimleri de mistisizmini artırıyor.
Programlı Müzik olarak adlandırdığımız betimsel yapıtlara iyi bir örnek Darmar’ın konçertosu:
Junda’nın çevresindeki motorların sesi, vapur düdüğü, martı çığlıkları, rüzgârlar, dalgalar akustik çalgılarla yaratılıyor ve bestecinin anılarıyla kaynaşıyor. Ayvalık’ta eylül-ekim ayındaki denizin dinginliği ve doğanın güzelliğini adeta rahatsız edici bir ortam olarak yorumlayan besteci bu algılamayı disonans akorlarla duyurmuş. Üçüncü bölümde Junda çevresindeki yıkık dökük bir manastır bir Ortodoks temasıyla çıkıyor karşımıza. Böylece yeniden başlayan bir öyküyle yapıt son buluyor.
Bir müzik yapıtının ilk kez gün yüzüne çıkmasını izlemek, besteci ve yorumcular arasındaki işbirliğine tanık olmak heyecan vericiydi.
(foto: Diren Sanat www.dirensanat.com)