ERSİN ANTEP
Defter
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda TÜSAK adıyla kurulması düşünülen sanat kurulu hakkında sadece tek bir kişi çalışma yapıyor: Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül… Bakan, Bakan Yardımcısı ve Müsteşar sanki; “tanımıyoruz kendisini, burada gördük” der gibiler! Ne açıklama yapıp destek oluyorlar, ne de inkâr ediyorlar.
TÜSAK adıyla kurulması düşünülen sanat kurulu hakkındaki tepkiler çığ gibi büyüyor. Sanata yakışır medeni tepki, yurdun dört yanına yayılıyor. Bakanlık ise sessizliğini koruyor. Yalnızca Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, konuyla ilgili gündemi sıcak tutuyor.
Son günlerin tartışmalı, TRT’nin internet sitesine göre ise “beğeni toplayan” siyasi reklam filmini görmeyen kalmamıştır. Bayrağın bulunduğu göndere tırmanan vatandaşların olduğu filmi… Reklamda görülenlere değil, işitilenlere dikkat çekmeli! Lütfen bir daha izleyiniz!
Sürekli bas eşliği üzerinde kadın ses “a” ile başlıyor ve abiler-ablalar koşmaya başladığında, yani sahneye “umut” aşılanmaya başladığında; kemanların ezgisiyle yaylılar giriyor. Ardından şiirle tansiyon yükselirken, “Carmina Burana” benzeri bir koro duyuluyor. Müreffeh bir atmosfer için, hiç kapalı akorlar kullanılmıyor. Son çocuk tırmanırken coşku, ton değişimiyle(modülasyon) artıyor ve tutti(toplu icra) gittikçe yükseliyor. Çocuk kendini aşağı bırakıp bayrak yükselirken ise, kısa bir puandore(nota tutması) ile koro kalp atışlarını yükseltiyor.
Aynı mizansen, genelde oratoryolarda kullanılır. Daha öncelerde dini form olarak bilinen ve kullanılan oratoryo, artık “durağan opera eseri” halini aldı. Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu’nu hatırlayın! Ne biçim okuyordu Genco Erkal, değil mi? E işte teknik aşağı yukarı aynı!
Oratoryo; solistler, senfoni orkestrası ve çoksesli koronun bir araya gelmesi ile icra edilir. Çoğunlukla bu kadroya sahip Opera Kurumları tarafından da seslendirilir. (Örnek: iki hafta önce Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda, ondan önce de Mersin Devlet Opera Balesi’nde Adnan Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu” seslendirilmişti.) Ne etkileyicidir!
Belki işten eve giderken otobüste, minibüste takati kalmamış vatandaşımızın faturaları düşünmekten zamanı kalmıyor, belki otobüslere bindirilip şöyle bir akşam sanat merkezlerine götürülemiyorlar. Onlara “oratoryo”yu özetleyerek ve örnekleyerek anlatmanın yöntemi; Reha Muhtar’ın meşhur haber programının girişiydi. Şimdilerde bu reklam filmi de, oratoryoyu anlatmak için bir örnek oldu. İnsanı oturduğu yerde etkileyebilen zenginlikte bir müzik formu, görselle desteklenerek böyle güçlü bir tepki yaratabilir.
Böylesi önemli bir filmin fonunda yer alacak müzik türünün, eskilerde ne için kullanıldığının önemi yok! Asıl önemlisi, bu formdaki eserleri seslendirebilen sanat kurumlarımızın bir taslak kanunla ortadan kaldırılması girişimidir.
Neden sadece Nihat Gül?
Türkiye Sanat Kurumu adıyla kurulması tasarlanan TÜSAK’a dair, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda bir tek kişi çalışma yapıyor: Hukuk kökenli Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül… Bakan, Bakan Yardımcısı ve Müsteşar sanki; “tanımıyoruz kendisini, burada gördük” der gibiler! Ne açıklama yapıp destek oluyorlar, ne de inkâr ediyorlar.
Türkiye’nin yaşayan en önemli besteci ve kültür adamlarından biri olan Muammer Sun’u dahi tanımayan Gül, TÜSAK’ın uygulanacağı sanat kurumları hakkında iki kez, haklı bir tepkiye sahip olan sanatçı ve sanatseverlerin önüne çıktı. Eski Bakan Günay’ın “hayatında operaya, tiyatroya, senfoniye gitmemiştir” dediği farizasının bulunduğu Müsteşar Yardımcısı; Bilgi’deki toplantıda destek verdiğini söyleyerek adını zikrettiği genel müdürlerin, ifadesinin aksine taslakla uzaktan yakından alakalarının olmadığına dair Ankara’daki toplantıda açıklama yapması ricasını da geri çevirdi.
Sanatçılar tutup hukukçuların yapması gereken ve onları ilgilendiren kanun teklifleri ile uğraşıyor mu? Absürd, değil mi? Tam tersinin, yani hukukçuların sanata dair yasa hazırlamasının absürd olduğu neden anlaşılmıyor o halde? Neyse devam edelim…
Halk Böyle İstiyor
Halk senfoniyi, tiyatroyu, koroyu, operayı, halk müziği ve sanat musikisi topluluklarını, kısacası sanat kurumlarını düzenli olarak görmek istiyor. Artık halk ozanları köy köy gezemiyor. Köylerde genç kalmadı. Gelenek kente ihraç edilemiyor. Ama bakıyorsunuz Devlet’in yetişemediği yerde ahali yeni sanat kurumlarını kendisi kuruyor. Adıyaman Filarmoni Orkestrası, Trabzon Oda Orkestrası, Trakya Oda Orkestrası var bu memlekette! Bizzat oraların yaşayanları kurdu… Konserlerinde benim milletim ayakta kalıyor. Hatta daha geniş kapasiteli ve iyi akustikli salon talep ediyor.
E bir de, en etkili olması istenen seçim reklam filminde bakıyorsunuz, ne kullanılıyor?: “oratoryo”. Bunlar hep örnek! Demek ki ucube değil! O halde Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül’ün “TÜSAK ile kurumlar kapanacak” duyurusunu aslında kim ve neden yaptırıyor? Kendi projesiyse neden üstleri “Tamam Nihat Bey! Bu kadar yeter! Zaten 2014 bütçesinde TÜSAK kurulması ile ilgili bir kalemimiz de yok!” demiyor? Hatırlamışken; 2014 bütçe görüşmelerinde İktidar Partisi Grubu adına iki milletvekilinin sözünü vererek gereken bütçenin alındığı üç adet Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü ile altı adet Devlet Tiyatrosu’nun kurulma çalışmaları ne durumda? Yılın üçüncü ayı bitiyor. Bu konuda yapılacak açıklamayı merakla bekliyoruz.
Sanat Hakkımız, İsteye İsteye Alırız!
Haydi Gaziantep, haydi Sivas, haydi Van! Operanızın sözü verildi. Haydi Manisa, haydi Kayseri, haydi Çanakkale, haydi Hatay, haydi Mardin, haydi Şanlıurfa! Tiyatronuzun sözü verildi. Sizin neyiniz eksik diğer şehirlerden? Trabzon’da opera için uğraşıp duruyorlar kaç yıldır, şu size verilen sözü alamadılar, ne yazık! Kaç yıl oldu bir bilseniz…
Sanatçısı, ışıkçısı, dekorcusu, kostümcüsü ile dev gibi kurumlar gelecek. Bir düşünün! Gündüz temsil hazırlığında çarşı ve sanayi sitesi esnafına iş düşecek, yani esnafın yüzü gülecek! Marangozlar, perdeciler, kumaşçılar, tuhafiyeciler ve kimler kimler bayram edecek! Akşam ise “bakayım nerde kullanmışlar” denerek gidilecek salonda, gerine gerine yengeye “bunları sabah benden aldılar” denerek hava atılacak, cepler ovuşturularak çoluk-çocuğun rızkının çıkarılmasından gururlanılacak. “Ne güzel bir şeymiş bak! Konuşmayı bile unutmuşuz böyle şeyleri hanım! Halbuki biz insanız, değil mi ya? Ne çok ayrı kalmış hafzalımız Veysel’den, Mahzuni’den, Mevlana’dan!” denilecek, izlenen temsil sonlarında! Çocuklar, yaşlılar, engelliler, sevenler, dertliler daha iyi anlaşılacak. Yengeyle evliliğin ilk günlerinde konuşulanlar gibi, konuştukça mevzular gelişecek, keyif alınacak.
Ha unutmadan! Sanattan, sanatçıdan da kötülük çıkmaz! Kendileriyle uğraşırlar, çözümleyip size sunarlar! Onun için de sanatçının olduğu salondan çıkılırken gönül rahatlığıyla haykırılabilir: “Yaşasın Sanat!” “Sanata evet!” Hatta “Yetmez ama sanata evet!”. Güvenle haykırabilirsiniz! Kimse kızmaz!
26.3.2014 / Radikal