ERSİN ANTEP
Defter
90 yıl önce bugün, İstanbul’daki Halife’ye bağlı olan Saray Müzik Kurumu, Ankara’ya doğru yoldaydı. Uzun süren tren yolculuğundan sonra 11 Mart 1924 günü, muhtaç muhacirler yararına konser vermek üzere, Ankara’da konser verilecekti.
Nihayet Mustafa Kemal Atatürk’ten bir davet koparmışlardı. Daha doğrusu koparılmıştı. Çünkü Üngör ve birkaç yardımcısından başka kimse, Ankara’ya taşınmayı bir ihtimal olarak görmüyordu.
Musika-i Hümayûn adını taşıyan kurumun bölümleri içinde yer alan Filarmonik Orkestra(Senfoni Orkestrası), Armonik Muzika(Bando) ve İncesaz Heyeti üyeleri pek ümitli değildi. Ancak inat mı inat, sert mi sert, laftan anlamaz Zeki Üngör’e gel de lâf anlat! Mecburen, hiçbir resmiyeti ve anlamı kalmayan üniformalar giyildi. Traşlar olundu. Evlerden ayrılırken eşlerle vedalaşıldı.
Üngör, daha karmaşık düşünceli, biraz da endişeli olsa da; kafasını kaldırıp kaldırıp, etrafındakilerin üstünü başını düzeltmesini istiyordu. Aslında birkaç gün önce çıkan Hilafetin Kaldırılması Kanunu ile, 100 yıllık kurumun ortadan kalkmaması için çaba sarf ediyor, personelinin disiplin ve düzen içinde olduğunu yansıtmaya çalışıyordu. Kurumun diğer üyeleri, bu uğraşının pek bir işe yaramayacağını düşündüğünden umutsuzca bakıyor, ancak bir tanesi de Miralay Zeki Bey’in hışmına uğramayı cesaret edemediğinden, itaat ediyordu. Üngör’ün emri ile vagonlara binilip, bir bilinmeze gidiliyordu. Dönüş için tren bileti parası bile bulunamayacak ve hatta kesin olarak dağılacakları kafalardan hiç çıkmıyordu.
Meşrutiyetten itibaren doğru düzgün maaş alamayan, kendilerine hem bireysel olarak, hem de orkestra olarak dışarıda çalışma, bu sayede geçimlerini sağlama izni verilmişti. Aşağı yukarı 15 yıldır, düzenli maaş almadan eve ekmek götürmeye çalışıyorlardır. Yine de Üngör’ün isteğiyle çıktıkları bu yolu, Musika-i Hümayûn belkemiği, babası, en sevileni Veli Bey; bir macera değil, umut olarak görmelerini istiyordu. Orhan Veli’nin babası Veli Bey’in hatrı büyüktü! O öyle diyorsa, düşünülmezdi, çünkü o halde öyleydi!
Yolculuğa çıkmadan önce bilinen bir şey vardı: Ankara’da halihazırda bir resmi orkestra olduğu... Ancak bilmedikleri başka bir şey daha vardı: Ankara’daki orkestranın kalmayı istemediği…
Deli lakaplı İhsan Murad’ın başında bulunduğu Ertuğrul Orkestrası, Ankara’ya emrivaki ile götürülmüştü. Aslında aileleri İstanbul’daydı ve bir yıldır Atatürk’ün emrinde Başkent’teydiler. İstanbul’da “popstar” muamelesi görürlerken, henüz değil bir otelin, bir lokantanın dahi olmadığı Ankara’da, eskisi gibi müzik yapamayıp resmi törenlere çıkıyorlardı. Aracı olacak bir büyük bulup Gazi’ye, “İstanbul’a dönmek arzuları”nı iletiyorlardı ama, bir cevap da alamıyorlardı. Zeki Bey idaresindeki orkestranın Ankara’ya gelişi onları da umutlandırdı.
Kafasında “bu resmiyete yıllardır alışkın olan, bu işi en iyi yapabilecek, senfonik tarafı da, askeri müziği de, incesazı da olan yegâne kurumuz” kararıyla gelmiş olan Üngör; 11 Mart akşamki konser sayesinde aklındakini, izleyenlere de ulaştırabildi. İstekli, disiplinli ve iyi bir müzik seviyesinde oldukları anlaşıldı. Bir konser daha vermeleri istendi. 2 Nisan’da ikinci konser… Etrafta konuşulanları öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorlardı. O günler belirsizlik içinde, sağdan soldan duyulanla ne de zor geçiyordu! Dört gün sonra müjdeyi getirdiler: Gazi Mustafa Kemal, onlara artık “Riyaseticumhur Musiki Heyeti” olarak hitap ediyordu ve “Ankara’ya hoş geldiniz” diyordu…
Aynı Gazi Mustafa Kemal, henüz o yıl düzenli konserler vermeye başlayan orkestraya, dört yıl sonra; “Atatürk Orman Çiftliği gelişti. Artık orada da halka açık havada konser verebilirsiniz” diyordu. Kız Lisesi Salonu’ndan sonra notalar açık havayla buluşuyordu.
11.3.2014 / Radikal