Gençlik operaya gitmiyor, opera ölüyor söylemlerini ‘Külkedisi’ni görünce bir kez daha düşünün
Geçen hafta İstanbul’da Kediler Haftası’ydı. Önce Zorlu Center’daki ünlü müzikal Cats’i izledim, Londra’da gördüğümden neredeyse 20 yıl sonra. İnanılmaz bir enerji, modernleşmiş bir reji. Sonra konuştuğum merkezin direktörü Raymond Cullom merak ettiğim birkaç ayrıntıyı aydınlattı: Bu prodüksiyonda sahnenin yalnız yüzde 20’si kullanılmış. Sahne arkasında hiç görmediğimiz bir canlı orkestra var ve şef video aracılığıyla yönetiyor.
Hem şarkı söyleyip hem danseden sanatçılar alınlarına yerleştirilen nokta mikrofonlarla seslerini yükseltiyorlar. Sahnede gördüklerimiz kadar sahne arkasında bir teknik kadro var. Bu arada salonun akustik durumu her topluluğa göre şekillenebilirmiş, ellerinde sınırsız olanak varmış. Anlaşılan önceden yakındığım akustik sorunları çözmek için salonu kiralayanlarla yöneticilerin önceden sıkı bir işbirliği yapması gerekiyor.
‘Külkedisi’nin başarısı
Böylesine teknik donanımla bezenmiş Kediler’i izledikten sonra, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Süreyya Operası’ndaki sınırlı olanaklarla sergilediği Külkedisi operasına gittim. Rejisör Yekta Kara yine o zengin hayal gücünü kullanmıştı. Bu kez Rossini’nin Külkedisi operasını 1980’lerin pop-art çağına taşımış. Hani kimi sahne yapıtı vardır, bittikten sonra geri dönüp düşünürken her sefer yeni bir şeyler keşfedersiniz. İşte bu öyle bir prodüksiyon.
Küçük sahneye derinlik getiren panolar, zamanın dekor- kostüm ayrıntıları, Prens’in (Caner Akın) Elvis Presley ile özleşmesi, akımın yaratıcısı Andy Warhol’un Alidoro (Kenan Dağaşan) rolüyle bir gözlemci olması ve daha nice ayrıntı... Rossini’nin 1817’de bestelediği drama giocoso-neşeli dram 20. yüzyıla yön veren bir akımla özleşiyor. Aylin Ateş o güzelim mezzo sesi ve artık çok olgunlaştırdığı tiyatroculuğuyla yine sahnenin yıldızıydı. Bir ara tenorlarımız azalmıştı operalarımızda. Oysa şimdi son derece başarılı tenorlarla göğsümüz kabarıyor. Bu oyundaki Caner Akın gibi. Kevork Tavityan onca yıllık sahne deneyimiyle, en güzel “komik” karakterdi.
Yine operamızın deneyimli solistlerinden Ali İhsan Onat da zamanın komik- opera karakteristiği olan hızlı ritimde söylenen silabik (hecesel) pasajlarda çok başarılıydı. Clorinda ve Tisbe rollerindeki sevimli gençler (Sevim Zerenağoğlu-Deniz Likos) güzel ses renkleri bir yana oyuna ivme kazandırıyorlardı. Bir de erkekler korosunun başarısını unutmayalım. Orkestra, şef Cedrone’nin yönetiminde senfonik karakteri koruyor, eşliklerde şarkıcıları gözetiyordu. Dekorcu Efter Tunç ve kostümleri çizen Şanda Zıpçı, ayrıca kutlanmaya değer.
Gençlik operaya gitmiyor, opera ölüyor söylemlerini bu prodüksiyonu görünce bir kez daha düşünün. Salondan çıkarken kaç kişinin bu temsil yurtdışına gitmeli, dediğini duydum.
Bırakın yurtdışını, ne yazık ki üç temsil sonunda şimdilik vizyondan kalktı, taa mayısa dek. Binadaki dekor sorunu böyle gerektiriyormuş. Şimdiden 10, 15, 16 ve 17 Mayıs’taki temsiller için yerinizi ayırın. Başka bir ruh halinde ayrılacaksınız salondan.
> Geçen hafta İstanbul’da Kediler Haftası’ydı. Teknik donanımla bezenmiş Zorlu Center’daki ünlü müzikal ‘Cats’, inanılmaz bir enerji, modernleşmiş bir reji. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Süreyya Operası’ndaki sınırlı olanaklarla sergilediği “Külkedisi” ise bittikten sonra geri dönüp düşünürken bile yeni bir şeyler keşfedeceğiniz bir prodüksiyon...