ERSİN ANTEP
Defter
14. Antalya Piyano Festivali, Grammy ödüllü caz piyanisti Michel Camilo'nun enerjik ve kıpır kıpır konseriyle son buldu. Camilo, Antalya'ya 1998'de bestelediği 1. Piyano Konçertosu'nun Türkiye prömiyeri'ni armağan etti.
14’üncü yılında bir ‘piyano markası’ haline gelen Uluslararası Antalya Piyano Festivali, genel sanat yönetmeni Fazıl Say ve genel koordinatör Kadir Dursun’un elinde, gitgide şehre ve ülkeye nüfuz ediyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ve Volkswagen’ın sponsorluğunda düzenlenen etkinlikler, bir açıdan bakıldığında, sanatın siyasetüstülüğü anlamında örnek de teşkil ediyor. İlk olarak 1999 yılında düzenlenen festival, o tarihlerde henüz belediyenin desteğini alamamıştı. Ki; belediye başkanı, hem meslek grubu olarak, hem de partisinin eğilimi bakımından sanata pek yatkın olması beklenen Dr. Bekir Kumbul idi.
Gelin görün ki, siyasetçilerin sanata olan saygıları ve gereklilik anlamındaki bakış açıları, Antalya’da ters açılarla bir örnek oluşturdu. Kumbul’dan sonra ‘muhafazakar ve dindar’ eğilimli iktidar partisine mensup Menderes Türel seçimi kazandığında, festival güçlendi. Nitekim Türel, aldığı piyano derslerinin ve Fazıl Say’ın ısrarı sayesinde şef Gürer Aykal idaresindeki orkestra ile birlikte Bach Piyano Konçertosu’nda solist olarak sahneye çıktı. Profesyonel bir düzeyde olması beklenmeden, bir siyasetin sanatın içinde olması; farklı anlamları doğurması bakımından yararlı oldu. Akdeniz Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın seçimi kazanması ardından festival, hiçbir kesinti yaşamadan, belediye desteğiyle yolunu sürdürdü. Siyasetin yazılmayan kurallarından olan “senden öncekinin icraatını sürdürme! Mümkünse yık!” anlayışı, festivale “siyasetüstülük makamı” uygun görülerek aşıldı. 2014’teki “15. festival, heyecanla başkanını bekliyor” desek; yeridir. Bu bakımdan da Antalya Büyükşehir Belediyesi ile Antalya Piyano Festivali arasındaki kurumsal ve organik bağ; nadir karşılaşılan iyi örneklerdendir.
Antalyalı Michel
Festivalin gediklilerinden biri haline gelen ve birkaç gün önce Grammy Ödülü’ne layık görülen Caz Piyanisti ve Besteci Michel Camilo; dünya prömiyeri, 1998 yılında I.Latin–Karayip Müzik Festivali’nde Kenney Center’da şef Leonard Slatkin idaresindeki Ulusal Senfoni Orkestrası tarafından yapılan 1. Piyano Konçertosu’nu Türkiye prömiyerinde, Antalyalılar’a sundu. Hem samimiyeti, hem de Antalya’ya alışkanlığıyla Camilo, henüz provalardan itibaren sıcak ve samimi bir ilişki kurucusuydu. Klasik formda üç bölümden oluşan ve hayli zorlu partileri ile orkestrayı ve şefi zorlayan eserin son provasında, Antalya Devlet Senfoni Orkestrası (ADSO) sanatçılarına özel bir ‘bis’ çalarak, tango ezgileri hediye etti. (Provada ‘bis’ çalınması, pek karşılaşılan bir durum değildir.)
Michel Camilo, orkestra hakkındaki görüşlerini şef Aykal’a aktarırken; “İlk defa bana, gözlerinin içi gülerek ve istekli biçimde konçertoda eşlik eden sanatçılarla karşılaşıyorum. Bir kişi bile bunun dışında değil!” sözlerini kullandı. Provadaki bis’in sebebi, bu karşılıklı sevgi, sempati ve esere dair istek olsa gerek!
ADSO, geçirdiği zor günlerin sonunu beklerken, hayli olgunlaşmış. Bir yılda büyük bir ‘pozitif başkalaşım’ geçirmiş. Esasen sanatsal, yani teknik hiyerarşinin oluşmadığı orkestralarda, icra düzeyi pek ilerlemez. Zira grup şefleri ile başkemancının müzikal tecrübe ve tercihleri, ister istemez orkestra tonunu belirler. ADSO, festivalle yaşıt olmasına karşın, bakanlıktan bir türlü sınav hakkı alamıyor. Bu nedenle de grup şeflikleri, başkemancılık ve hatta oturulan sandalye sırası bile nöbetleşe sistemle sürüyor. Buna karşın ADSO, her nasılsa, kısa zamanda önemli bir birlikte çalabilme ilerlemesi kaydetmiş. Belli ki orkestra, kurucuları Aykal’ın da katkısıyla, konserde ayrı bir motivasyona ulaşmış.
Ülkemizin duayen sanatçılarından biri olan şef Gürer Aykal ise, disiplinli ve çalışkan nitelikleriyle örnek bir iş çıkardı. Camilo’nun konçertosunu, “ince oya örgüsü” misali, özenle çalışmış. Gershwin’in meşhur Mavi Rapsodi’ne bile, ayrı bir çalışma anlayışı ile yaklaşmış. Disiplini çalışma prensiplerinde sınırlı tutarak, solist ve tutti icracılarına yorum hakkı kazandırmış.
Michel Camilo’nun 1. Piyano Konçertosu icrasında, sahnenin arka bölümünde oturan fagot ve obua gibi tahta nefesliler, pek duyulmadı. İlk bölümde, piyanonun flüt ve klarnete eşlik ettiği pasajlar pek naifti. Zaman ilerledikçe Camilo’nun “senfonik tınıya uyumlu iyi bir orkestral dil” yakaladığı, gerek armonik (çalgılar arasındaki dikey orantı), gerekse kontrpuantal (çalgılar arasındaki yatay orantı) yazım becerisiyle ortaya çıktı. Beklenti, gayet cazvari solist partisine yüklenmiş bir “konçertomsu” esere yönelikken, klasik formda ve dört dörtlük bir konçerto olduğu anlaşıldı. Piyanonun geçiş yaptığı pasajların, caz formunda ezgiler taşıdığı; kulaktan kaçmadı. Bir ara orkestraya tutti (hep birlikte/tümü) biçimde yazılmış vurgular, kısa melodiler duyulduğunda; “eser uzatma tekniği” zannı oluştu. Ancak bunların, eser içinde “hava karşıtlığı” olduğu ortaya çıktı. Allegro’daki kadans (solistik becerinin sergilendiği eşliksiz solo bölüm) tam bir caz doğaçlamasıydı. Şöyle bir gezindi. Çok zekice klasiğe bağlanarak kemanlarla buluştu.
Eserin ikinci bölümü, tam bir balat idi. Piyano solo olarak başladı. Adeta kısa sahnelerle, orkestrada adım adım gelişti, büyüdü. Kemanlar ve kornoların fantastik biçimde yazılmış partileri sayesinde görkemli akorlara ulaştı. Nihayet orkestranın kreşendosu (gittikçe artan ses gürlüğü) ile; nüans (ses gürlüğü) en zirveye çıktı. Ansızın ve küçücük bir sessizlikle eser, birdenbire piyano kadansına bağlandı. Bu anlar, hayretle izlendi. Zira klasik formda konçerto içinde solist hangi nüansta kadansı devralırsa, o ses gürlüğünde solosunu tamamlayarak orkestrayla buluşur. Bu teknik, iyi bir buluş olarak caz’dan klasiğe kazandırılmış oldu. Piyanonun ana ezgiyi hiç bırakmadan sürdürdüğü ilerleyen kısımlarda, orkestradan belli çalgılar kısa süreli eşliklerle balat’a katkı sağladı. Eser içinde sıkça ve farklı uzunluklardaki kadanslardan biri, bölümün sonunda puandore(ritmi durdurarak, tespit edilen notada kalış) bir toplu çalım (tutti) ile dingin finale sahne oldu.
Orta hızlı-Yavaş-Daha hızlı ana bölümlerden üçüncü, yani sonuncusunda, soru-cevaplı pasajlar tasarlanmış. Bu üslup için, piyanonun seyrine katkı sağlayan bir orkestral matematik planlanmış. Enerji düşmeden, fazla da uzatmadan, yani sıkmadan, akılcı bir zirvede bitiş ile; Camilo tuşlardan elini kaldırmadan, dinleyici ayağa fırladı.
İkinci yarıdaki Gershwin’in Rhapsody in Blue’su ise; leziz bir kıvamda icra edildi. Sürdinli trompetin esprili eşliği, klarnetin ilk ölçülerdeki tercihi hariç, leziz tonu ve kaydırmalı üslubu; eseri pekiştirdi. Orkestra, bütünleştiği şef ve solistle iyi bir iş çıkardı. Ne şef, ne de solist; bencilliğe tenezzül etmedi, ön plana çıkmaya çalışmadı. Orantılı, dengeli bir icra; gecenin sonunda herkesin mutlu ayrılmasına sebep oldu.
2.12.2013 / Radikal