EVİN İLYASOĞLU
Allegro
28 Eylül değerli bestecimiz ve hocamız İlhan Usmanbaş’ın 97. doğum günü. Ben bugüne dek onun için yazdığım birkaç kitap ve onlarca yazıda, her seferinde, onu anlatacak yepyeni satır başları buldum. Hiçbir yazım bir diğerine benzemedi. Bu, İlhan Bey’in donanımlı kişiliğinden kaynaklanıyordu. Besteci, hoca ve bir bilge olarak çağdaş Türk sanatının köşebaşı isimlerinden birisi.
1921’de İstanbul’da dünyaya gelmiş. Son yıllarda sevgili eşi, opera sanatçısı Atıfet Usmanbaş ile Darüşşafaka Maltepe Rezidans’ına yerleştiler. Ona yeni ortamınızda nasıl vakit geçiyor diye sorduğumda bana teatral bir sahne çizdi: “İlk gençliğimde yazmış olduğum bestelerimin notalarını çıkarttım. Onları baştan inceliyorum. Bu arada hem öğrenci hem hoca rolü üstleniyorum. Bazı yapıt için, fena olmamış, bu çocuk istikbal vadediyor, gibi yargıda bulunuyorum. Bazısı için de eleştiri yapıyorum, şurasını böyle yazsaydı kendi imzasına doğru ilerlerdi, diyorum. Vakit geçiyor.”
Onca yıl yaptığımız söyleşilere her zaman bir filozof edasıyla cevap vermiştir:
“Bir sanat dalında hep fırtınalar olacaktır. Tıpkı meteorolojik olaylar gibi iki sonsuz arasında hep fırtına oldu ve olacak. Bu bakımdan her yüzyıl bir geçiş dönemidir. Ne var ki bugün daha çok insan, daha çok ülke katılıyor bu fırtınalara. Yüzyılımızın getirdiği ve ileriki yüzyıllara aktaracağı tek şey, müzikte en köktenci davranışla, en raslamsal davranışın yan yana yaşayabileceğini, birbirlerini etkileyebileceğini ispatlamış olmasıdır.”
Çocukluğunda makinalara çok meraklıymış. Bir orkestrayla büyük bir fabrikanın yakınlığını karşılaştırmış. Galatasaray Lisesi’nde okurken müziğe yatkınlığı ortaya çıktığı halde mühendis olmayı seçtiğinde bir Fransız hocası uyarmış:
“Ülkenizde çok mühendis var, fakat besteci yok; sen besteci olmalısın!” Sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Alnar ve Saygun ile kompozisyon öğrenimi görmüş ve Konservatuvarda öğretmenliğe başlamış. Bülent Arel gibi çağı izleyen yakın bir arkadaşla yeni müziği keşfe çıkmışlar.
“Biz yetişirken az gelişmişlik terimi henüz ortada yoktu; yakın komşularımız da Avrupa da yıkıntı halindeydi. Bazı şeylerden raslantı yoluyla haberli olabildik: 1950’lerde Leibowitz’in “Schönberg et son ècole” adlı kitabı 12 ton tekniğini ve buna götüren müzik felsefesini öğretti bize. 1952’de Amerika’da ünlü besteci Dallapiccola ile tanıştım ve Webern’in plaklarını bulabildim. Bunlar önemli keşifler oldu benim için.”
Usmanbaş, çağın çeşitli yöntemlerini bir Türk bestecisi olarak dener: Dizisellik, raslamsallık, açık biçimler, ani tempo değişmeleri, şiirle, resim sanatıyla kaynaşan müzik. Usmanbaş’ın en önemli özelliklerinden birisi de son derece disiplinli bir çalışma temposu içinde ürettiği yapıtlardır. Hatta Stravinski’nin bir sözünü tekrarlar: “Besteci de memur gibi her gün belli saatte masasının başına oturmalıdır; esin iştah gibidir, yedikçe açılır”.
Bugün Usmanbaş’ın yetiştirdiği nice öğrenci profesör oldu, konservatuvarlarda kompozisyon dersleri veriyorlar, Avrupa’da, Amerika’da ödüllere değer bulunuyorlar ve ülkemizde yeni müziğin öncülerinden Usmanbaş’ın öğretilerini bir sonraki kuşaklara taşıyorlar.
Nice yıllara değerli hocamız.
26.9.2018 Cumhuriyet