EVİN İLYASOĞLU
Allegro
Yarın, 10 Mayıs, Leyla Gencer’in onuncu ölüm yıldönümü. Onun için yıllarca sahnesinde söylediği La Scala operası bir anma töreni düzenliyor. 11 Mayısta İDOB Aya İrini’de Verdi’nin Requiem’ini onun anısına seslendirecek. 17 Mayıs’ta BİFO onun için genç sopranolardan oluşan Donizetti ve Puccini eserlerini konsertant olarak sunacak.
Avrupa tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü sopranolarından Leyla Gencer, sanat dünyasında bizim en önemli kıvanç kaynağımız. Avrupa, Rusya, kuzey ve güney Amerika’nın en ünlü sahnelerinde prima donna olarak başroller oynamış; nice ünlü operayı kendi üslubuyla yeniden yaratmış, nice unutulmuş operayı tozlu raflardan indirip sahnelere kazandırmış, “bel canto” (güzel şarkı söyleme) sanatını yeniden canlandırmış. 1950’den 1983’e kadar dünyanın ünlü opera evlerinde aranan soprano olmuş. Sonra da resitalleriyle, konferanslarıyla, hocalığıyla, neredeyse ölüm döşeğine kadar hep gündemde kaldı ve hep gençlere kucak açtı.
Düşünün biz Türkler, bu büyük sanatçıyı Zeynep Oral’ın 1992’de Milliyet Yayınlarından çıkan “Tutkunun Romanı” adlı kitabıyla tanıdık. Ondan önce bazı gazetelerde ve müzik dergilerinde basılan haberlerini okurduk. O kitap çıktığında ise artık Leyla hanımın operalar dönemi kapanmış, hocalık dönemi başlamıştı.
Ben onun Aya İrini’de 1980’lerin sonunda bir resitaline yetişebilmiştim. Daha sonra da seminerlerini izledim. Bu seminerle bile bir opera sahnesine çıkarmış gibi hazırlanıp, müthiş bir enerjiyle geliyordu. Derin kültürlü anlatımı, besteciye saygıyı vurgulaması, vakur ve dimdik duruşu yıllardır belleğimde.
Genç yaşında, 1950’lerde Avrupa’ya açılma cesareti, ne büyük bir atılımdı. Savaştan yeni çıkmış bir Avrupa’da “opera”nın dimdik ayakta duruşuna tanık olmuştu. İlk radyo dinletisinden sesini yakalayan avcılar vardı. Günlerce süren mektuplarla iletişim, saatlerce süren uçaklar, trenler ve gemilerle yolculuklar yapmıştı. Herhangi bir operada kendi sesine uygun bir rol için bilgi edinmek, haber almak bile kim bilir ne kadar uzun sürüyordu. Ve bu çalışmaları hiçbir zaman bir emprezaryo edinmeden, kendi olanaklarıyla yapmıştı. İlk opera temsillerinden itibaren sahneye güvenli adımlarla çıkışı, dimdik duruşu, oynadığı her rolü en ufak ayrıntısına kadar inceleyip yaşaması ve o anda kendi yaşadığı kadar dinleyicisine de yaşatması efsaneleşmişti. Teknik açıdan küçük aranefeslerle cümleleri bağlayışı, sesini kocaman arenalarda bile en arka sıraya kadar ulaştırıyordu. Eserin bestecisi kadar libretto (metin) yazarını da inceliyordu. Hatta librettoları müzikten önce inceliyor, sözlerin içindeki müziği arıyordu. Bestecilerin ve libretistlerin tarihi mektuplarını buluyordu. Nice büyük bestecinin unutulmuş operasını keşfe çıkmıştı. Donizetti, Rossini, Bellini ve Verdi’nin hiç oynanmamış operalarını bulup onlara sahnede can vermişti.
Tarihte acaba 73 farklı prima donna rolünü oynamış kaç soprano vardır? Bütün operacıların hayali, kabesi olan La Scala’nın yıllarca Divası (kraliçesi) olarak tarihe geçmiş kaç operacı vardır?
Bugün elimizde, ona ait çok az stüdyo kaydı var. Diger kayıtları -ki kimi görüntülü- hepsi korsan kayıt. Bunun iki nedeni var, birincisi o zamanlar stüdyolara girip kayıt yapmak için yüklü bir bütçe ve zaman gerekiyordu. İkincisi Leyla hanım canlı kaydın her zaman çok daha doğal olduğuna inanıyordu. Bugün Google aramasında onun neredeyse bütün icralarını bulabilirsiniz. Hiçbir zaman “hayır, yapamam” dememiş. Başarılarıyla sarhoş olup kendini bırakmamış, her temsilden yeni bir ders çıkartabilmiş. Her rejisörden, her orkestra şefinden yeni bir şeyler öğrenmiş. Tebaldi, Callas, Sutherland, gibi yıldızlar sahnelerdeyken bir Doğu ülkesinden gelmenin rekabetine de uzun yıllar katlanmış.
Kırk yıl boyunca dünyanın en saygın sahnelerinde gündemde kalmayı başarabilmiş.
9.5.2018 Cumhuriyet