Renan Koen’in ‘Kayıp İzler Gizli Anılar’ını ve Şahan Arzruni’nin çaldığı Ermeni bestecilerin piyano çalışmalarının yer aldığı iki CD’yi dinliyorum bu aralar
♦ Rumlar, Ermeniler, Yahudiler... bir zamanlar İstanbul’un zengin kültürünün simgesiydiler. Çocuklarıyla ilkokulda aynı sıraları paylaşırdık, aynı şarkıları söylerdik. Ne güzel dostlarımızdı onlar, ne güzel komşularımız...
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler... bir zamanlar İstanbul’un zengin kültürünün simgesiydiler. Arnavutköy’de geçen çocukluk ve ilk gençlik dönemimde onların ev içi düzenlerine hayrandım. Hepsinin coşkuyla söyledikleri otantik şarkıları, tekerlemeleri, kavgalarındaki küfürleri bile öğrenmiştim. Dantelli koltuk kollukları, işlemeli ve her zaman kolalı masa örtüleri, bir camekândaki yaldızlı sürahide hazır bekleyen meyve likörleri.. Bayramda onlar bize gelirdi, Hamursuz’da, Noel’de biz de onları kutlardık.
Bizim evde okunan mevlütlerde hepsi de konuğumuz olurdu. Çocuklarıyla ilkokulda aynı sıraları paylaşırdık, aynı şarkıları söylerdik. Ne güzel dostlarımızdı onlar, ne güzel komşularımız... Bana bunları düşündüren iki CD’yi dinliyorum son günlerde. Birisi Renan Koen’in derleyip otantiğe bağlı kalarak yeniden bestelediği ve kendi piyanistlik ve şan yetenekleriyle zenginleştirdiği “Kayıp İzler Gizli Anılar” adlı albümü; diğeri de piyanist Şahan Arzruni’nin çaldığı, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı bu topraklarda yaşamış Ermeni bestecilerin piyano çalışmaları.
Şahan, yapıtları olduğu gibi yalınlığıyla korumuş, harika piyanistliğiyle bizlere tanıtmış. Renan ise büyükannesinden büyük amcasından dinlediği Sefarad şarkılarını ve sinagog ilahilerini otantik tavra bağlı olarak yeniden yaratmış; kendisine piyano ve armonium ile eşlik etmiş. Ladino dilini, Sefarad müziğini Osmanlı makamsal ilahilerini birleştirmiş. Sasha Rozhdetsvensky’nin kemanı, Elif Kantarca’nın viyolası, Sedef Erçetin’in viyolonseli, Ertan Tekin’in duduki, Derya Türkan’ın kemençesi de gizemli olduğu kadar zengin tınılar yaratmış. Yiten aile fertlerinin yeni kuşaklardaki gizli anılarla buluşmasını, öyküler içinde kayıp izlerin bulunmasını 20 tane ezginin zincirinde duyuyoruz.
Şahan’ın albümündeki bestelerin kökü tarlalarda gelişen Ermeni halk müziğinden, manastırlardaki dinsel ilahilerden, 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul ve Tiflis’teki klasik Batı müziğiyle bu kaynakların birleşmesini kanıtlıyor. Dikran Çuhacıyan, Manas Efendi gibi bizim müzik tarihimizi etkilemiş bestecilerin yanı sıra adını bilmediğimiz ama Osmanlı’da yetişmiş, Asadur, Berberyan, Papelyan, Mikuli ve Elmas gibi nice Ermeni-Katolik bestecinin de bu topraklardan doğmuş, bu rüzgârlarla beslenmiş, yalın piyano çalışmalarını dinliyoruz.
Gerek Renan’ın gerekse Şahan’ın albümünde ezgilerin birbiri ardına dizilişleri heyecan verici. Her iki albüm de sosyolojik ve müzikbilimsel araştırmaların ürünü. Bir zaman dilimine, tarihin bir yaprağına ışık tutuyorlar. CD kitapçıkları otantik fotoğraflarla özenle hazırlanmış. Bu albümlerin bir ortak paydası daha var: Her ikisi de Kalan Müzik’te hazırlanıp piyasaya sunulmuş. Yalnız müziği dinleyerek değil, kitapçıkları okuyarak da çok şey öğreniyorsunuz. Renan Koen’i ve Şahan Arzruni’yi bu yaratıcı çalışmaları için kutluyorum.