Devlet Opera ve Balesi Yaşamalı; Ama Nasıl?

KEMAL KÜÇÜK

Diapason

Yaklaşık iki yıldır Devlet opera ve balesinin tepesinde sallanan “Demoklesin Kılıcı”, hâlâ orada duruyor. TÜSAK yasa tasarısı ile kapatılmak istenen Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne bağlı 6 ayrı şehirdeki opera ve bale sanatçıları diken üstünde yeni sezonda da sanatlarını “icra etmeye” hazırlanıyor. Ama TÜSAK yasa taslağı aylardır Kültür Bakanlığı'nın internet sitesinde arz-ı endam ediyor. Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve sanatsal ortamı hiç gözetilmeden, İngiliz modeline benzer bir deve kuşu görünümündeki bu akıllara zarar taslağın yasalaşmasının, kısa sürede Opera ve Bale’ye olan ilgiyi ve buna bağlı eğitimi gerileteceği, yakın bir gelecekte de bu sanatların yok olmasına zemin hazırlayacağı aklı başında her kültür insanının görebileceği bir gerçek. Kültür Bakanı'nın 30 Mayıs'ta Meclis'e havale edileceğini açıkladığı taslak, bu yıl Soma faciasının yarattığı üzüntü ve tepkiler arasında Meclis'e gelemedi. Geçen yıl da, Gezi olaylarının yarattığı travmayı atlatmaya odaklanan hükümetin gündeminde arka sıraya itilmişti. Sanki mistik bir güç,  giderek bir Ortadoğu ülkesi  görünümüne doğru yol alan ülkemizin Batılı-çağdaş yüzünün kararmaması için, yasa kapıya geldiğinde ülkeyi sarsan olaylarla onu uzaklaştırıyor! Ancak, duyumlarımız Hükümetin “Sanatın devlet eliyle icrasına” son vermek kararının sürdüğünü gösteriyor. Tam da bu noktada kapatılma korkusu, yıllardan beri biriken sanatsal sorunları çözülemeyen Opera ve balemizin sanatçılarını, artık alıştığımız, “ölümden kurtulmak için sıtmaya razı olma” tercihi ile baş başa bırakıyor. Kapatılmaya karşı, haklı direnişini yüksek sesle sürdüren sanatçıların, Opera ve balenin birikmiş yapısal sorunlarının da çözülmesini beklemek en doğal hakları.

 Yapısal reformlar yapılmalı

Eğer DOB’un sahneleri,  geçici işçi gibi çalıştırılan, hiçbir güvencesi olmayan yevmiyeli  genç sanatçılar olmadan açılamıyorsa, hele bu yetenekli genç ücretliler sahneye en önemli rollerde solist olarak çıkarılıyorsa, bale eserleri onlar olmadan sahnelenemiyorsa, bir an evvel onlar da diğer sanatçılargibi güvenceye kavuşturulmalı. Devlet memuru sanatçıların, sanatın doğasındaolan sanatsal yarışın getirdiği sürekli kaliteyi sahne üstünde tutabilmeleri için DOB Genel Müdürlüğü'nün iki yıl önce hazırladığı yapısal reformlar süratle gerçekleşmeli. Buna göre; sahne sanatçıları, prima, solist, koro solisti ve korist olarak dörde ayrılmalı, Böylece ücretler  gösterilen performans ve sanatsal zorluğa göre farklı kategorilere ayrılmalı… Tüm sanatçıların bir taban maaşı olacak ve sezon içindeki sahneye çıkma sayılarına göre, çok çalışana çok maaş verilecekti.  Her sanatçı her iki yılda bir performans değerlendirmesi yapılacaktı. Bunlar hayata geçirilebilecek mi?

Nitelik mi nicelik mi?

Görünen o ki, bu sanata karşı olanların yıllardır “çalışmadan para alıyorlar” palavrasının slogan olarak etkili gücü, kapatılma tehlikesi karşısında Opera- bale yöneticilerini de “çok çalışıyor” görünmek için arayışlara itmiş. Bu konjonktürel bir politika olsa da  opera ve balenin 21. yüzyılda geldiği sanatsal çizginin altına düşmemek ana amaç olmalı. Geçtiğimiz yılın programlarına baktığımda özellikle  Mersin, Antalya ve Samsun’un programlarında neredeyse ayda iki opera ve bir iki bale sahnelendiği görülüyor. Günleri dolduran konser, hafif gösteriler, yakın yörelerde küçük konser ve gösteriler, Devlet Opera’sının asli görevi olmamalı. Bu gibi eğitici faaliyetleri pıtrak gibi çoğalan üniversitelerin eğitim fakültelerinin müzik eğitimi bölümleri rahatlıkla yapabilir. Üstelik opera sanatçısı olarak, oldukça kısır opera literatürümüzde kendini sahnede geliştirecek olan genç sanatçıların, sanatsal kalitesi yüksek opera eserlerinde deneyim kazanacağı unutulmamalı.

Muhsin Ertuğrul, Carl Ebert, Aydın Gün, Cüneyt Gökçer çizgisinde, sahne üstü kültürü ile yoğrulmuş, tüm sanat dallarında belirli bir bilgi dağarcığına sahip, entelektüel alt yapısı sağlam  sanat insanlarının uzun yıllarda oluşturup ,bugünlere taşıdığı Opera’mızın, belli bir çizginin altına düşmemesi, repertuarının gücüyle orantılıdır. Hele eskiye nazaran çok daha iyi genç seslerin sahneye çıktığı bu günlerde! Oysa daha çok çalışılıyor görünmek için sahnelenen yapıtlar, daha çok operet tiyatrosu görünümü sergilemeye başlıyor. Üstelik opera dışında  zayıf yerli yapımlara ağırlık verilmesi, sanatsal çizgiyi düşürüyor. Özel kumpanyaların rahatlıkla yapacağı (ve hatta yaptığı) "Seslerle Anadolu" gibi, zayıf yapımların, “halk izliyor” diye yurt dışına bile yollanması 21.yüzyıldaki Operamız için bir vitrin olamaz. Yurt içinde kendi kaynaklarımızın ürünlerini sunmak istiyorsak, Seslerle Anadolu’yu onca para harcayarak Anadolu Sihri gibi melez bir yapıma çevirip dans da eklemek yerine, bir “Çeşmebaşı” ya da “Hürrem Sultan” gibi koreografik ve müziksel seviyesi yüksek yapımlara daha çok yer verilebilirdi. Bunlar da halktan büyük ilgi görüyor! Bizim toprakların birikimi olan sesleri illa güldürü unsuru ile birleştirip gişe yapmak isteniyorsa, Ankara’da Orta Oyunu tadında sahnelenen, 100 yıllık bir klasik olan "Arşın Mal Alan" da yurt içinde her yere götürülebilir!

Operet demişken; Darülbedayi’nin operet döneminde büyük sükse yapan Cemal Reşit Rey’in Lüküs Hayat’ını Devlet Operası’nın sahnelemesine ne demeliyiz? Son 25 yılda İstanbul Şehir Tiyatroları'nın kapalı gişe oynadığı bu eseri, Cemal Reşit Rey, müzik eğitimi olmayan tiyatrocuların dar ses aralıklarına göre bestelemişti. Daha çok müzikli oyun sayılabilecek bu eseri Devlet Operası neden sahnelesin?!. Hadi bunu Mersin’de yaptınız diyelim, Samsun ve Antalya dururken, İzmir’e neden getiriyorsunuz? Umarım bu işi yıllardır en iyi yapan İstanbul’a da taşınmaz?  Türk Tiyatrosu gibi Türk Operası’nın da ortaya çıkması için yerli eserlerin teşvik edilmesini defalarca dile getirmeme karşın, son yıllarda zayıf yeni eserlerin Türk eseri diye sahnelenmesi çizgiyi düşürmek olmuyor mu? Hele, Adnan Saygun gibi dünya çapında bir bestecimizin, Gılgameş gibi büyük ve hacimli bir eseri  hiç sahnelenmemişken? İstanbul’a bir yerli eser yapılacaksa bu kentin bestecisi Cemal Reşit Rey’in hiç sahnelenmemiş Çelebi Operası ne güne duruyor?

En iyisini yapabiliriz

Son  10 yıl içinde İzmir’de  Uçan Hollandalı, Simon Boccanegra, Ariadne Naxos’ta, Ankara’da  Tannhauser,  Antalya’da  Rusalka ve  Herkül, Mersin’de Luisa Miller, Samsun’da La Traviata, İstanbul’da Külkedisi, Hoffman’ın Masalları gibi eserler, uluslararası alanda sunulabilecek ölçüde  gerçekleştirilirken “gişe”de de başarı sağlanmıştı.  DOB’un ana görevi, ödenekli bir kurum olarak seviyeyi yukarı çekerken gişe yapabilmenin yollarını aramak değil midir? O zaman neden, Verdi ve Wagner’in tüm dünyada kutlanan yüzüncü yıllarında bestecilerin iki yeni eseri sahnelenemedi? 2014 Gluck yılı iken, bu opera devrimcisinin bir eseri neden İstanbul veya Ankara’da sahnelenemiyor? Gluck’un Orfeo ve Euridice’si Antalya’da en azından konçertant olarak sahnelenemez miydi?  Repertuarı genişletirken, sanatçıların ve seyircinin dağarcığını geliştirecek olan Türkiye prömiyerleri yapılacak yeni eserler; İzmir’de Mozart’ın Luciosilla’sı, Ankara’da yine Mozart’ın “Sözde Bahçevan” adlı eseri neden kaldırıldı? Başkent'te bu yıl Falstaff önemli yeni eser olarak sahnelenecek. İstanbul’da Monteverdi’nin “Poppea'nın Taç Giyme Töreni” oynanacak mı belli değil. Ancak yıllardır birçok Türkiye prömiyerini gerçekleştiren İzmir’de “Kanlı Nigar” gişe için tercih ediliyorsa ve Sezen Aksu Şarkıları hazırlanıyorsa, Opera’mızın kapanma korkusuyla, popülerleşme açılımına balıklama daldığını düşünebiliriz ki, bu  sanatsal çizgisinin altına düşme tehlikesinin başladığını gösterir. Devlet Operamız yaşayacaksa bunu nitelikten ödün vermeden yapmalı…

(Not: Bu yazı Genel Müdür değişikliği yapılmadan önceki günlerde yazılmıştır)

Milliyet Sanat / Ağustos 2014


Yazarın Diğer Yazıları

  • Devlet Opera ve Balesi "Ali Baba"nın Çiftliği mi?
  • Nihayet Farklı Bir Aida
  • Devlet Opera ve Balesi Yaşamalı; Ama Nasıl?
  • Opera-Balemiz Telif Kıskacında
  • Son Kullanma Tarihi Geçmiş Bir Opera Anlayışı: Lale Çılgınlığı