Siz Piyanonuzu Yıkamaz Mısınız?

D-Marin World Dergisi'ndeki yazısında Yücel Canyaran, müziğe dair gözden kaçırdığımız, ıskaladığımız konulara değiniyor...

(Bu yazı; D-Marin World Dergisi'nin Ocak 2013 sayısında yayınlanmıştır.)

Yücel Canyaran

1987 Sonbaharının bir Pazartesi sabahı, ortalığı mis gibi saran "arap sabunu" kokusu ile sıralarımıza oturduk... Genişçe bir sınıf, içeride kolçaklı tek kişilik sandalyeler, duvar piyanosu ve üzerinde portelerin çizili olduğu yeşil tahta... Ders; Batı Müziği Solfeji... Solfej öğretiminde; notalar adlarıyla, sesleriyle ve süreleriyle okunduğundan ders, okuldaki tek piyanonun bulunduğu sınıfta yapılıyor. Piyanonun hemen yanı başındaki ilk sandalyede oturuyorum. Öğretmen içeri giriyor, kısa bir selamlaşma ve sohbetin ardından piyanonun kapağını kaldırıyor. Birden, yüzünde dehşet ifadesi beliriyor... Çok yakında olduğum için görebiliyorum. Piyanonun kapağı açılıp yukarı doğru kalktığında; sular süzülüyor. Neler olduğunu anlamaya çalışırken öğretmenle göz göze geliyoruz. Birkaç saniye sonra "arap sabunu" kokusu, pırıl pırıl parlayan zemin ve ıslak piyano arasında bir bağlantı kuruyor, donakalıyoruz!!

Sınıf temizlenmiş, piyanonun temizlenmesi gerektiğine inanan temizlik görevlisi; biraz da ona hortum tutuvermiş. Bu yöntemi uygun bulmuş... Neyse ki; kapağın altında kendi deyimiyle "bi sürü düğme" olduğu için onlarla tek tek uğraşmak yerine, genel bir temizlik yapmış. "Siyah - beyaz düğmeleri Vim'lemek" gerekiyormuş, ama daha geniş bir zamanda bu işi halledecekmiş...

Gerisini anlatmaya gerek var mı?

Hafızalarda kalan bir cümleyi hatırlıyorum. Adamcağız sınıfa gelip bunları anlattıktan sonra öğretmenimize şaşkınlık ve anlam veremez bir ifade ile sordu: "Siz evinizdeki piyanoyu arada bir yıkamaz mısınız?"

Görevini layıkıyla yerine getirme düşüncesiyle hareket eden "Mehmet Abi"; bizlerin piyanoyu tıpkı diğer ev eşyaları gibi sahiplenmememizi, adeta kirli kalmasına razı olduğumuzu düşünerek bakakalmıştı. Belki biz de onun gözünde, piyanoya gereken saygıyı göstermiyorduk! Gayet safiyane hislerle okulun demirbaşını kolluyordu. Piyanonun bakım ve temizliğinin yetkili kişilerce, belli prensipler dahilinde yapılabileceğinden ona kimse bahsetmemişti bile! Gözümüz gibi bakmamız gereken biricik piyanoya dair hassasiyet, öyle görünüyordu ki; okul idaresinden çok, Mehmet Efendi'de bulunuyordu. Müzik eğitimi veren, uluslararası çapta sanatçı yetiştirmek idealiyle çalışan bir eğitim kurumunda Mehmet Efendi unutuluyor ve gözden kaçırılıyordu.

Yaşananlar karşısında, eğitimin önemi ve özellikle de ilköğretim surecinde, bireye hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı temel bilgilerin kazandırılmasının kıymeti apaçık ortaya çıkıyor. Kendimi bu konuda epey şanslı buluyorum. Yıllar geçti, ülkemdeki sanatseverlerle kucaklaşabilecek imkanlara kavuştum.

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte, her şeye sıfırdan başlanmış. Yüzyıllar onyıllara sığdırılabilsin diye Türkiye'de genel müzik eğitimini belli bir yörüngeye oturtabilmek adına çok kafa yorulmuş. Ülkemiz için temel sorun, çok kısa sürede müzik zevki ve kültürü konusunda çağdaş düzeyi yakalamak adına atılacak büyük adımlar olmuş. İlk yirmi beş yıl çağdaş müzik eğitiminin temellendirilmesi dönemi... Sonraki dönem, Türkiye'nin toplumsal koşullarını göz önünde bulundurarak, bize özgü bir müzik eğitimi stratejisi arayışı... Daha sonra ise; varılan noktada bir sentez yapabilmek, ülkemizin gerçekleri ile çağın gereklerinin buluşmasını temin edecek deneme dönemi... Her bir dönemin, ülkemizdeki müzik kültürünün gelişimine büyük katkıları olmuş. Kuşkusuz Klasik Türk Musikisi ve Türk Halk Müziği beğenisiyle yoğrulmuş bir topluma, alışkanlıklarına ters gelebilecek "çokseslilik" kavramını yerleştirmek, hiç de kolay olmamış...

Değerli eğitimci Halil Bedii Yönetken'in yıllar önce tesbit ettiği gibi; "ancak sistemli olarak okul müzik eğitimi ile genç kuşaklara bu konuda pek çok şey kazandırabiliriz. Çünkü gündelik yaşam çevreleri ve ortamı, destekleyici ve besleyici olamamaktadır." Yönetken'e göre; "ısrarlı, sürekli ve sistemli bir öğretim ve müzik eğitimine çok şiddetle ihtiyaç vardır."...

Shakespeare " kendinde müzik olmayan, seslerin tatlı ahenginden heyecan duymayan insan, hainlik ve hırsızlık için yaratılmıştır. Onun ruhu geceden karanlık, tutkuları cehennem kadardır. Böyle bir insana güvenmeyiniz!" derken acaba neyi anlatmak istemişti?

Dünya üzerinde sanat, daima varlıklı ve güçlü kesimin sanatçılara sahip çıkması ve onlara kol kanat germesi ile sürdürülebilir olmuştur. Kimi sanatçılar, sadece günlük temel ihtiyaçları karşılığında dahi üretmeyi kabul edebilmişlerdir. Kimileri çok yetenekli bulunup üretimleri karşılığında ödüllendirilmiş, halkın gözünde saygınlık ve tanınırlığı çok ileri düzeye taşınmıştır. Çoğu zaman olduğu gibi tarih, tekerrürden ibarettir. Günümüzde devlet bütçelerinden sınırlı kaynaklar sağlandığı durumlarda, varlıklı kişiler ya da ülkelerin köklü kurumları, sanatın varlığını sürdürebilmesi adına saygı duyulacak katkılar sağlamaktadırlar. Bunun "yurt sevgisi ve insanlık borcu" olduğu, yadsınamaz bir gerçektir.

Yazının başında değindiğimiz piyanoyu yıkayarak temizlemek isteyen temizlik görevlisinin hassasiyetinin sürmesi, ancak bilgisizliğinin telafisi için, eğitimin ve sanatsal faaliyetlerin ülkemizin her noktasına orantılı ve düzenli olarak ulaşması, hatta çoğalması için stratejiler üretmek çok anlamlıdır.

Doğuş Grubu, 2005 yılından bu yana, bir marinada düzenlenen ilk ve şimdilik tek, Klasik Müzik Festivali ile; 2006 yılından bu yana Türkiye'deki çeşitli konservatuvarların 11–18 yaş grubu öğrencileri arasından seçilen ve Türk çocuklarına senfonik müziği yaşıtları aracılığıyla sunan Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası ile; 2006 yılından bu yana iki yılda düzenlenen; dünyanın dört bir yanındaki genç yetenekleri uluslararası opera sahnelerine kazandırmak ve kariyerleri için olumlu ve anlamlı bir başlangıç sağlamak amacıyla düzenlenen Leyla Gencer Şan Yarışması destekçiliği ile; 2007 yılında imzalanan protokolle, "Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Teknik İyileştirme Projesi" kapsamında CSO Konser Salonu Binası ve çevresinin düzenlenmesi ile; 2009 yılından bu yana CSO'nun Anadolu'da gitmediği veya çok az gittiği illerdeki üniversiteler ile işbirliği yapmak sureti ile üniversite öğrencileri ve bölge halkına klasik müziği ulaştırabilmek amacı ile kurgulanan "Kampüste Senfonik Akşamlar" projesi ile; yurdun dört bir yanına çoksesli evrensel müziğin en seçkin örneklerini tanıtması bakımından, üzerine düşenden fazlasını yapmaktadır.

Ne yazık ki; gelişmiş ülkelerde onlarca kurum adı sayılabilecekken, ülkemizde başlayan ve sürdürülebilir olan kurumsal katkılar, çok kısıtlı kalmaktadır. Oysa müziğin belki de tek gerçeği; mutlu olmak ve mutlu etmektir... Türk toplumunu mutlu edebilecek güce sahip bu evrensel sanat dalının varlığını bilmek, onu topluma sağlıklı ve düzenli biçimde yaymanın gerekliliğini güçlendirmektir. Farkındalık eksikliğini gidermenin en etkili yolu ise; kurumların, bu konuda karar mercii olan şahsiyetlerin, yaşanan anlamlı ve etkileyici ortamları deneyimlemeleri olacaktır... Buradan kendilerine seslenelim: "Bizi duyun, müziğe kulak verin, sanatın varlığına ve yaşamasına destek vermek için lütfen daha fazla zaman kaybetmeyin! İnanın ancak sanat; duyarlılık, farkındalık, paylaşım ve barış getirecektir!"

Esen kalın...